Yazının Lakers veya Efes Pilsen ile ilgili olacağını düşündüyseniz, yanıldınız. Ancak konumuz bu iki takımı da kapsayacaktır. Genel olarak şampiyon takımların kadro yapılarına değineceğim. Gerçekçi olarak şampiyonluğa oynamak için nasıl bir kadro gereklidir? Öncelikle olmazsa olmaz diyebileceğimiz bir şartı belirtelim: En az iki adet üst düzey yıldız oyuncu. Son 10 yılın NBA şampiyonlarına baktığımızda buna sahip olmadan zafere koşan tek takımın Detroit Pistons olduğunu görüyoruz. Onlara yazının ilerisinde yer ayıracağım. Son 10 şampiyonun yıldızlarını şöyle bir hatırlayalım: Shaq/Gasol-Kobe, Duncan/Robinson-Ginobili/Parker, Pistons takımı, Wade-Shaq, Garnett-Allen-Pierce.
Şimdi, yıldızlara örnekler de verdik. Peki, bu iki yıldızın pozisyonlarının önemi yok mu? Yukarıda yazan isimlerden anlaşılacağı gibi, tabii ki var. Özellikle yıldız uzun forvetinizin veya pivotunuzun yanına guard olarak da bir yıldız eklerseniz, yarışa çoğu takımdan bir adım önde başlarsınız. Bu oyuncuların ne kadar iyi, takımları için ne kadar önemli olduklarını yazmaya gerek duymuyorum. Nitekim bunlar bilinen gerçekler.
Basketbolun temel noktası aslında çok basittir. Bunun için size Kaan Kural’ın yorumlarında her zaman bahsettiği iç-dış dengesini anlatacağım. En temel prensipten başlayalım, potaya ne kadar yakınsanız, o kadar yüksek yüzdeyle sayı bulacağınız pek tabii ki aşikardır. Hal böyleyken, maçın büyük bölümünde topu skorer uzununuzla buluşturmak istemeniz kadar doğal bir şey yok.
Uzun forvetinizin/Pivotunuzun yanında en az bir, tercihen de iki tane delici ve şutör oyuncu koymanız gerekir. “Deliciden kastın ne?” diye soracak olursanız: Rakip savunmanın üstüne gitmekten korkmayan, gerek perde kullanarak, gerek birebir olarak rakibini geçip çembere kadar gidebilen kısalardan bahsediyorum. Yukarıda verdiğim listedeki guardların çoğu bu özelliğe sahipler. Güvendiğiniz uzun yorulduğunda veya iyi savunulduğunda, görevi bu kısa oyuncular teslim alırlar. Buraya kadar her şey güzel, kağıt üstünde rahatlıkla sayılar bulan ve rakibi boyalı alanda domine eden bir takıma sahipsiniz. Fakat unutmamak lazım ki, sizin takımınız bunları yaparken, rakip takımların da eli armut toplamıyor. Sizi durdurmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Boyalı alanda hakimiyeti kaybettiklerinde, ya pota altından sayı üreten oyuncularınıza yardım getireceklerdir ya da alan savunmasına döneceklerdir. İşte bu noktada takımınızdaki tamamlayıcı oyuncular ön plana çıkıyorlar. Uzun yıldızınız veya delici oyuncunuz, sıkışıp dışarı dönmesi gerektiğinde, geri kalan 4 oyuncunun, uzun mesafeli atışlarda isabet sağlaması hayati önem taşır. Takım olarak hızlı bir şekilde top dolaştırıp doğru adamı bulmak gerekir. Bu doğru adamı sizin belirlemeniz pek olası değildir. Yardımın nereden geldiğine, içerden topun hangi açıyla nereye çıkartıldığına ve en önemlisi rakibin defans rotasyonuna bağlıdır. Bu durumda takımınızdaki kalan oyuncuların üçlük tehdidinin olması son derece önemlidir. Buna biraz da pozisyonlara göre değinelim.
Az önce belirttiğim gibi, öncelikle oyun kurucunuzun şutunun iyi olması, kendisine yaratılan boş üçlükleri değerlendirmesi çok önemlidir. Bunun yanında beklenmedik zamanlarda asistleriyle katkıda bulunması ise, işin kaymağı olacaktır. Şampiyon takımlardan buna Fisher ve J-Will’i örnek gösterebiliriz. Bazılarınız Rondo’nun kariyerinde kaç tane üçlük soktuğunu soruyordur eminim ki. Celtics bu açıdan bana göre oldukça dezavantajlıydı. Hatırlarsanız bütün takımlar Rondo’yu şut çeksin diye adeta boş bırakıyordu. Bu da Allen-Pierce-Garnett üçlüsüne hücumda ekstra yük getiriyordu ancak onlar bunu kaldıracak düzeydeydiler. Bir kısmınızın ise “Tony Parker ve üçlük?” dediğini duyar gibiyim. Ancak Parker’ın görevini, savunmayı delerek ve skor üreterek yaptığını hatırlatmalıyım ve kendisi bu konuda belki de NBA'in en iyisi.
Tamamlayıcı rol üstlenen kısa forvetlere baktığımızda ise, birçok ortak özellik görüyoruz. Öncellikle her şampiyon takımın kısa forveti savunma tarafında takımına inanılmaz katkılar vermektedir. Genellikle de rakibin en iyi skor opsiyonunu savunma görevini üstlenirler. Bunun yanında, hücumdaki yetenekleri sınırlı olsa bile üçlüklerinin ortalamanın üzerinde olduğunu gözlemleyebiliriz. Geçmişteki şampiyonlardan isimler: George/Fox, Bowen, Prince, Posey ve Ariza. Oyun stili olarak ne kadar birbirlerine benzedikleri gözünüzün önünde canlandı değil mi? İçlerinde şu anda Prince hücum yönünden kendini geliştirmiş olsa da, şampiyon oldukları sene takımın Ben Wallace ile beraber hücumdaki son opsiyonuydu. Şampiyonluğa giden yolda bu iki oyuncu eşit sayıda top kullanmışlardı.
Son olarak da sırada, ikinci uzunumuz var. Şampiyonluk, bu oyuncunun, tabiri caizse kazma olmaması ve takımın kendisine hazırladığı pozisyonları bitirebilmesini icap eder. Genellikle takımı taşıyacak yıldız uzun forvetinizin veya pivotunuz zaten büyük bir blok tehdidi vardır. O yüzden bu ikinci uzunun da blokçu olması şart değildir ancak eğer blok koyabiliyorsa da takımın defansı için çok büyük bir artıdır. Perkins, Nesterovic, Nazr Mohammed gibi “düz” oyuncuların da takımlarına nasıl tamamlayıcı bir etki yaptıklarını bu şekilde anlayabiliyoruz. Ayrıca Lakers’ın ilk 3 şampiyonluğunda Horry ve Heat’in şampiyonluğunda Haslem’in özellikleri ise kendilerine yaratılan uzak mesafeli şutları sokarak savunmayı dışarı çekmeleriydi.
Şampiyonların ilk 5’lerinin kadro yapılarını inceledikten sonra sıra geldi yedeklere ve kadro esnekliğine. Hemen yukarıda, uzunlarımızın ikisinin de blok tehdidinin olması durumunda defansta avantaj getireceğini belirtmiştim. Ancak bu her takıma karşı geçerli değil. Bazı takımlar (bu senenin Orlando’su, son 4 senenin Suns’ı) 4 numaralarını kısa gibi kullanıp rakip takımlar için problem yaratabiliyorlar. Bu yüzden bazen ayakları çabuk, hatta mümkünse üçlük sokabilen bir uzuna ihtiyaç duyabiliyorsunuz. Kenarda bu özelliklere sahip bir oyuncunuz varsa, birçok takımda olmayan “esnek” bir kadronuz var demektir. Son 10 yıla baktığımızda şu oyuncuları görüyoruz: Horry, Rasheed Wallace, Antoine Walker ve Odom. Bunlara ek olarak, kenardan oyuna girip takımınıza enerji veya çabuk skor katkısı verecek bir oyuncu her zaman için büyük avantajdır. İki takımın da yedekleri oyuna girdiğinde, böylece bir üstünlük elde edersiniz. Bu sefer de geçmişten Zo, Odom, Corliss Williamson, Ginobili ve Horry gibi isimler ön plana çıkıyor.
Yazdığım kadro yapısının üstüne, liderlik/ağabeylik yapan, ateşleyici oyuncular, koçun hem defansif hem ofansif anlamdaki oyun görüşü ve şans gibi faktörler de eklenmelidir. İsim vermek gerekirse liderlik/ağabeylik için: Duncan, Pierce/Garnett, Billups ve Miami yıllarındaki Shaq’ı örnek gösterebiliriz. Ateşleyici faktörde ise Kobe, Ginobili, Ben Wallace ve Garnett ön plana çıkmaktadırlar. Koçların önemine de parmak basalım: Mesela Celtics’in müthiş defansını yaratan Thibodeau’yu, Lakers’ın her serisinde, rakibin eksiklerinin mükemmel etüd edip orayı delik deşik eden Phil Jackson’ı veya Pistons ve Spurs’ün defanslarında müthiş katkı yapan Brown ve Popovich’i düşünelim. Bu isimler olmadan, o takımlar şampiyon olabilirler miydi? Son sırada da şans var. Eğer karabulutlar üstünde dolaşıyor ise, bu satıra kadar yazdığım her şeyi uygulayan takımlar bile şampiyonluğa sadece uzaktan bakmak zorunda kalırlar. Taze olarak bu seneden örnek verebilirim: Garnett’in sakatlığı doğuda Orlando’nun şansı olurken, Batıda Spurs’ün Ginobili’siz oynaması ve Houston’da Yao’nun sakatlığı, Lakers’a final yolunu açtı.
Yazı boyunca bu saydığım şampiyon takım özelliklerine çok az uyan Pistons’a da bir paragraf ayırmak istedim. Onları başarılı yapan en önemli sebep tabii ki mükemmel bir takım ruhu yakalamaları ve NBA’in en sert defansına sahip olmalarıydı. Buna ek olarak Rasheed’in hem içeriden hem dışarıdan sayı üretebilirken, aynı zamanda defansta blok tehdidi yaratan bir uzun olmasını sayabiliriz. Ben Wallace faktörünü zaten bilmeyen yok, 5 sene önce NBA’in tartışmasız en iyi savunmacısıydı. Richard Hamilton’ın perdeleri kullanması üzerine çizilmiş setler de Pistons’ın aklımda kalan en önemli hücum parçalarıydı. Prince-Billups ve Corliss Williamson’ın katkılarına yazının içinde zaten değinmiştim.
GM’lere başarının sırrını verdiğimize göre, gelecek sene çok sıkı bir çekişmeye tanık olabiliriz. Şaka bir yana, Hollinger’in üçlüğün önemine değinen makalesini okuduktan sonra bu yazıyı yazmak aklıma geldi. O, makalede şampiyon takımların diğer takımlara oranla ne kadar çok üçlük attıklarına dikkat çekiyordu. Ben de bu üçlüklerin çıkış noktasına parmak basmak istedim. Bunu kısaca açıklamak yerine de böyle bir analizin daha yerinde olacağını düşündüm.
0 FARKLI FIKIR:
Yorum Gönder