BIY AD

19 Eylül 2009 Cumartesi

Takım Seçimi Vs. Hayat Arkadaşı

Lamar Odom, 3 haftadır çıktığı kız arkadaşı Khloe Kardashian ile evlenmeye karar vermiş. Tabii bu magazin sitelerinin haberi, ortada bir açıklama yok. Eğer bu doğruysa gerçekten çok garip. Niye? Hayır zaten 3 haftalık bir ilişki evlenme kararı almak için oldukça kısa diyebiliriz. Ama işi garip hale getiren şey Lamar Odom'un NBA'de oynayacağı takımı seçmek için tam 7 haftaya ihtiyacı olmasıydı. Yani bu konu hakkında, evlenme kararından tam 1 ay daha fazla kafa yormuştu Odom.

İşin bir başka ilginç yönü ise Khloe Kardashian'ın babası hayattayken, Amerika'nın en ünlü avukatlarından biriydi. Kendisi OJ Simpson'ı kurtaran adam olarak da biliniyor. Olası bir boşanma davasında Khloe babasının kontaklarını kullanarak Odom'un varını yoğunu alabilir. Odom belki de evlilik kararını gözden geçirse iyi olur =)

12 Şaşkın Adam: Türkiye 68 - Fransa 80

Sakın yanlış anlaşılma olmasın, yenildikleri için böyle bir başlık atmadım kesinlikle. Maçın bizim için önemi yoktu, Fransa için ise 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası'na katılmak gibi bir amaç vardı. O yüzden yenilmemiz kadar doğal birşey yok. Ama ilk çeyreğin bitimine 3 dakika kala 39-21 önde iken, maçı 80-68 gibi bir skorla vermemize dikkat çekmek. Yani 23 dakikalık bölümde 59-29 gibi bir üstünlük kurdu Fransa bize karşı. Yok artık 12 dev adam.

Hiç uzun uzadıya birşeyler yazmaya gerek yok, dediğim gibi bizim için önemsiz bir karşılaşmaydı: Ersan'ın olmaması nedeniyle, dizi ağrıyan Hidayet'ten başka, 1'e 1 skor üretecek bir oyuncumuz yoktu. Bu da aslında, hücumda ne kadar kısıtlı bir takım olduğumuzu gözler önüne serdi. Defansta ise üçlükleri girmeye başlayan bir Fransa önünde inatla alan savunmasına devam etmemiz sonumuzu hazırladı. Doğruyu söylemek gerekirse üçüncü çeyrekteki Fransa'nın 5/6 üçlük isabeti bence de şaşırtıcıydı. Ancak üçüncü çeyreğin bitiminden itibaren tam 7 dakika boyunca sayı bulamamamızın bir bahanesi yok... Bu süreçte Fransa, oyuna ağırlığını koyan Tony Parker ile farkı açtı ve seneye Türkiye'ye gelmeye hak kazandı.

Keşke Fransa'yı yenseydik de, 7.lik maçına "Kazanan 2010 Dünya Şampiyonası'na katılır" şeklinde bir anlam katsaydık ama olmadı. Sağlık olsun.

Hataların Maçı: Türkiye 74 - Yunanistan 76

Kısa kısa notlarla yazacağım bu maçı çeyrek çeyrek yerine, pek keyfim de yok zaten şu sonuçtan sonra:

Savunmamız: Maç boyunca yaptığımız savunma gerçekten muhteşemdi ve birçok kere 24 saniyenin sonuna doğru kötü bir şut atmak zorunda kaldı Yunanistan takımı... İçeri giremeyip zorlama dış şutlar attılar. Bazı pozisyonlarda ise biz kolaya kaçarak iyice içeri gömülüp onlara bomboş dış atışlar verdik. Bunları yeterince yüksek yüzdeyle değerlendiremediler.

Fauller: Özellikle ilk yarıyı izlerken ilk aklıma gelen şey "Murat Murathanoğlu tam da hakemlere karşı susacağı maçı buldu" oldu. Çünkü hakemler en az 6-7 tane çok net faulü vermedi Yunanistan'ın yaptığı, üstelik bunların 4-5 tanesi atış sırasındaydı. İlk yarıda 1 tane bile faul kullanmadık, zaten Yunanistan'a da toplam sadece 5 faul çalındı koca 20 dakikada.

Hücum ribaundları: İlk yarıda tam 11 tane hücum ribaundu verdik rakibe. Bizim defansif ribaund sayımız kaçtı peki? 9, evet yazıyla dokuz... Şunun üzerine diyecek birşey yok. Üstelik öyle şans ribaundu denilen tarzdaki ribaundlar değil, iyi pozisyon alarak, vücutlarını kullanarak, bizim uzunlardan daha yükseğe sıçrayarak aldılar ribaundları Yunanlılar. Ama işte yukarıda değindim savunmamız bizi maçta tutmaya yetti. Rakibin şut yüzdesini hep %40 civarında veya daha altında tuttuk.

Kim daha kötü yarışması: Efendim şöyle ki, 4. çeyreğin ve uzatmanın sonlarında iki takımdan hangisi öndeyse, maçı diğerine vermek için sanki özel bir çaba sarfetti. Önce biz alan savunması yaparak üçlük yedik, ardından hücumda Hedo ile çok kötü bir top kaybettik. Yunanistan'da Zisis taktik faullerde 1/2 attı ve Ender'in turnikesiyle maçı uzatmaya götürdük. Bu turnikede birşey dikkatimi çekti, herkes delicesine sevinirken, bir önceki pozisyonda öne geçme fırsatını tepip topu kaptıran Hedo hiç ortalıkta gözükmedi. Bilmiyorum eğer benim gözümden kaçtıysa lütfen söyleyin.

Uzatmadaki hatalar ise zincirlemeydi adeta. Önce Yunanistan 3 sayı öndeyken, iki tane üstüste top kaybı yaptı, ardından fark 1'e inmişken, Hedo içerideki bomboş Ersan'a aşırtma bir pas vermek yerine pozisyonu zorlayıp, el üstünden, sol eliyle (abartı sanatı, ama garip bir şuttu) geri çekilerek bir şut attı. Bu şut eminim televizyonu başındaki milyonları delirtti. Bu şutta, son çeyrekte yazdığım olayın ve kahraman olma sevdasının biraz rolü olduğunu düşünüyorum. Umarım ben yanılıyorumdur... Ardından Yunanistan'da Zisis taktik faullerde 1/2 atarak 'Buyrun size bir şans daha' dedi. Bu sefer de Ender maçın sonunda öyle bir top kullandı ki... Tabii ki girse yine televizyon karşısında coşacaktık, "Aslansın kaplansın Ender" diyecektik ama ikilik bize yetiyorken niye üçlük? Niye potaya penetre etmemek? Üstelik normal sürenin sonunda potaya giderek maçı uzatmaya götürmüşken? Anlamıyorum...


Hakem faktörü: Maçın ve uzatmanın bitimine 1 dakika 20 saniye, şut saatinin bitimine ise 5 saniye kala, Ersan savunduğu uzuna inen pasa müthiş bir şekilde elini sokarak topun geçmesini engelledi. Ama işte burada şut saatini tutan masa hakemi devreye girdi. Şut saatini 0'ladı yani 24'e tamamladı, sanki top bize geçmiş gibi. Halbuki top ortadaydı, kimsenin hakimiyetinde değildi. Nitekim Schortsanitis bu topu alarak pota altındaki arkadaşına aktardı ve bomboş turnike yedik. Ancak normal şartlarda, şut saati sıfırlanmasa, Yunanistan'ın süresi çoktan bitmiş olacaktı ve top bize geçecekti. Hakemler bu durumda, hem 24 saniyenin dolmadığını hem de 2 sayılık basketin geçerli olmadığına kanaat getirip, şut saatini 5'e ayarlayıp topu Yunanistan'a verdiler ve bu kısa sürede Spanoulis uzaklardan ve el üstünden gönderdiği üçlükle farkı 6'ya çıkardı. Maç orada koptu diyebiliriz... Gerçi üst paragrafta yazdığım gibi maçı kazanma şansını Hedo ve Ender ile teptik ama yine de 1.16 kala farkın 3 yerine 6'ya çıkması, maçı döndürmemizi inanılmaz zora sokmuştu bir kere...

FIBA kurallarına tamamen hakim olmasam da, hakemlerin yanlış bir karar verdiklerini düşünmüyorum. Şut saati sıfırlanmışken - bize göre Yunanlı oyuncular olayın farkında olmasalar da - hücum süresinin dolduğuna dair bir karar çıkması çok zordu. Eh nitekim yediğimiz bomboş turnikeyi saysalar, bu sefer de biz ortalığı ayağa kaldırırdık. En mantıklı kararı verdiler gibi geldi bana. Saatin sıfırlandığı sırada olması gereken süreye yani 5'e getirdiler ve Yunanistan topu kenardan oyuna soktu. Hem bizim, hem hakemlerin şanssızlığına Spanoulis maç boyunca yaptığı gibi, zor ve uzak mesafeli bir üçlüğü değerlendirdi bu kısa sürede.

Hakemlerin mantıklı karar verdiklerini söyledim ama masa hakeminin hatasını es geçtiğim düşünülmesin. Bana göre tek suçlu masa hakemidir. Ben hayatımda bu kadar saçma sapan bir şekilde sıfırlanan şut saati görmedim. Pas arasına girip topun gidiş yönünü değiştirince 24 saniye mi sıfırlanırmış? Nerede görülmüş? Buyrun işte kabak bizim başımıza patladı. Ama yine belirtmeliyim ki yukarıda söylediğim gibi, elimize kaç tane fırsat geçti maçı kazanmak için, bunları değerlendiremedik. Suç bizde...

18 Eylül 2009 Cuma

Arenas: Beni Kimse Tutamaz

Böyle demiş ardından "Sen bile tutamazsın yıldızlar tutamaz" diye devam etmiş. Evet yine iğrenç espirimiz bir yana, dizinden geçirdiği 3 ameliyat sonrasında özellikle bu yaz yaptığı çalışmayla kendine geldiğini belirtmiş. Tabii ki bu çalışmada emeği geçen Tim Grover'a teşekkür etmeden geçmemiş. Kariyerini yeniden rayına oturtması açısından ona borçlu olduğunu söylemiş. Başlığımıza geri dönecek olursak: Arenas 3 sene önce kendisini kimsenin tutamadığını, bu sene döndüğünde de rakipleri açısından onu durdurmanın imkansız olacağını söylemiş. Yahu Arenas'cığım, seni severim, her ne kadar megaloman olsan da sempatik bir karaktersin. Ama kariyeri boyunca %42 ile şut atmış bir oyuncu gelip bunları söylüyorsa maalesef sadece "laga luga" yapıyordur. Kimsenin tutamadığı adam %42 ile atıyor, demek bir de tutsalar, NBA tarihinin en kötü şut yüzdelerinden birine sahip olacak... Bravo Arenas.

Blogger Erişim Sorunu

Görmemiş, duymamış olanlar varsa diye izninizle bir daha atıyoruö post'u: Son 2-3 gündür, birçok DNS ile blogger.com veya blogspot.com gibi adreslere erişmek pek mümkün olmadı. Geçici de olsa şöyle bir çözüm buldum, Alper arkadaşıma da bu çözümde yardımcı olduğu için teşekkür ediyorum. Girmeyi deneyip de giremeyen arkadaşlarınız, tanıdıklarınız var ise lütfen iletin:

c:\Windows\system32\drivers\etc\hosts altındaki dosya notepad ile açılacak ve dosyanın en altına şu aşağıdaki satırlar aynen copy-paste ile eklenecek.

74.125.95.191 http://www.blogger.com/
74.125.95.191 blogger.com
209.85.225.191 blogger.com
209.85.225.191 http://www.blogger.com/
74.125.95.191 http://www.blogspot.com/
209.85.225.191 http://www.blogspot.com/
74.125.95.191 blogpost.com
209.85.225.191 blogpost.com
209.85.225.191 draft.blogger.com

Bunu uyguladıktan sonra, internet explorer veya mozilla veya chrome'u tamamen kapatıp, baştan açarak denemeleri sorunu muhtemelen çözecektir. Fakat eğer hala erişim yoksa, kullandıkları DNS'leri değiştirmeleri durumunda sorunun çözüleceğini düşünüyorum.

Teşekkürler.

17 Eylül 2009 Perşembe

Astronot Antawn Jamison - 2

Geçmişte dünya ile bağlantısını şurada sorgulamıştım. Şimdi ikinci akıl-mantık dolu açıklama gelmiş... Takım olarak şampiyonluktan söz etmeye başlamışlar. Jamison: "6 senedir buradayım, daha önce soyunma odasında hiç şampiyonluk hakkında konuşmamıştık, şimdi tek konuştuğumuz konu o." demiş. Geçen seneki 19 galibiyetli sezondan sonra şampiyonluğu düşünmenin biraz abartılı olup olmadığı konusunda da düşünceleri şöyle: "Ben inanıyorum, zaten kulübün, koçların, oyuncuların hedefi bu değilse, benim burada kalmama gerek yok." Tamam, tutmayalım seni Jamison... Zaten Wizards'ın Magic, Celtics ve Cavs ile kafa kafaya oynayabileceğini düşündüğüne göre, Jamison'ın o takımda zaten yeri olamaz. Onun asıl yeri akıl hastanesi gibi duruyor =)

Koyduğum resimde Arenas da sanki benimle hem fikirmiş gibi bakıyor...

Nazar Değdi: Türkiye 67 - Slovenya 69 (Maç Analizi)

Kerem-Ömer yerine Sinan-Engin ile başladık maça. Bunun niye tercih edildiğine anlam veremedim? Tam niye gerçek bir oyun kurucuyla başlamadığımızı düşünüyordum ki, Sinan'ın Kerem'i aratmayan pasını Engin değerlendiremedi ama Sinan'ın bu penetreyi görmesi çok hoşuma gitti. Onlarda Lorbek içeriden, Nachbar da gerek kendi yarattığı gerek ona yapılan asistlerle dışarıdan bulduğu atışlarda çok etkili oldu. Bizde ise Ersan 4 tane üstüste 1'e 1 hücumu ve zor şutlarıyla oyunda kalmamızı sağladı. Ardından Nachbar'ın el üstünden bulduğu iki üçlük ile Slovenya farkı bir anda 10 sayıya kadar çıkardı. Lakovic'in, ona odaklanmamız yüzünden zorlanması ve aynı zamanda sorumluluk almaktan da kaçması dikkat çekiciydi. Bizim ise hücumda inanılmaz durgun oynadığımızı söyleyebilirim. Farkı eritmek için alan savunmasına döndük ama bu kadar iyi üçlük atan bir takıma karşı bunun ne kadar iyi bir tercih olduğunu çok sorguladım ben. Hidayet, Slovenya defansının diziliş hatasının farkına varıp Ersan'a dışarıda şut imkanı yarattı ve o da bunu üçlükte değerlendirdi. 15 sayımızın 12'ini üretmiş oldu böylece. Ancak son hücumda Slovenler bomboş üçlüğü kaçırmalarına rağmen Nachbar'a hücum ribaundu verdik ve 24-15 geride girdik 2. çeyreğe.

Semih'in çok kötü bir pasının ardından hızlı hücum yememiz ve Lakovic'in de devreye girmesiyle fark 14'e kadar çıktı: 31-17. Bu arada Semih içeriden çok rahat pozisyonları harcıyordu. Bunun üzerine yine alan savunmasına döndük ancak Jagodnik'in bomboş ve Lakovic'in el üstü üçlüğüyle fark 19'a çıktı: 37-18. Kısacası alan savunmasını bu kadar kullanmamız başımıza büyük bir bela açtı. Ayrıca Ersan kenardayken sayı üretmekte inanılmaz zorlandık iyi top çevirmediğimiz için birebirde sayı yaratacak birisine ihtiyacımız vardı. Ardından Ersan oyuna girdi ve Aşık'ın boyalı alandan bulduğu iki basket, Ender'in turnikesi ve Ersan'ın faulleriyle farkı 10'a kadar indirdik. Hidayet'in el üstünden bulduğu üçlükle tam havaya girdiğimizi yazıyordum ki, yarısahada yaptığımız bir ikili sıkıştırma ile topu kaptık ve Ender ile boş bir turnike bulup farkı 5'e kadar indirdik: 37-32. İki maçtır, Hidayet'in bu tür şutlarını özlemiştik. Devre skoru: 39-32. Son 5 dakikada yakaladığımız 14-2'lik seri ile maça ortak olduk. Bu dönemde Slovenya'ya çok az boş atış şansı verdik, verdiklerimizi de - neyse ki - değerlendiremediler.

Kerem'in kardeş Udrih'ten çaldığı topla oyuna iyi başladık ancak pota altından iki uzunun paslaşması sonucu yediğimiz bomboş turnike beni biraz korkuttu savunmamızın sıkılığı açısından. Ardından Udrih perdeden çıkarak bulduğu üçlükle durumu 44-34 yaptı. Ömer Onan'ın önüne düşen ve değerlendirdiğimiz topun ardından Hidayet yine el üstünden bulduğu üçlükle bizi coşturdu. Çeyreğin başındaki korkumun boşa çıktığı gördüm ve yine kolay şut şansı vermemeye başladık rakibe. Ancak hücumumuz biraz şans ve 1'e 1 oyunlara bakıyordu. Fakat ben bunu yazdıktan hemen sonra yaptığımız, savunmamızın tetiklediği 3 hücumda üstüste mükemmel paslarla hem hızlı hücum, hem bomboş üçlük hem de pota altından bulduğumuz sayılarla 1 sayı öne geçmeyi başardık: 48-47. Bu skordan sonra alan savunmamıza karşı çok iyi hücum eden Slovenya üstüste Jagodnik, Lakovic ve Udrih ile rahat üçlükler buldu ve farkı 7'ye çıkardı: 57-50. Son hücumda ise Kerem'in kaçan zorlama uzak mesafeli üçlüğü sonrasında hücum ribaunduna giren Semih'e faul yapıldı ve o da iki faulü de değerlendirdi: 57-52.


Bu çeyreğe yine alan savunması yaparken boş bir üçlük yiyerek başladık. Üstüne iki tane daha böyle pozisyon bulsalar da, neyse ki başarılı olamadılar. Biz ise Ender'in penetre üzerinden bulduğu şut ve Ersan'ın Semih'e hazırladığı smaç ile farkı 4'e indirdik. Neyseki bu noktadan sonra savunmadaki rotasyonumuz çok daha iyi bir düzeye geldi. Ancak faul hakkımızın dolması bizim için dezavantaj oluşturacak gibiydi. Nachbar'ın perdeyi kullanarak bulduğu üçlük farkı 4'e çıkardı: 64-60. Hemen ertesi hücumda, şut saatinin dolmasına 4 saniye kala Hedo'nun Semih'e potaya at diye bağırmasına rağmen, Semih'in hala topu yere vurup kendisine pozisyon hazırlamaya çalışması ve şut süresini doldurması, onun adına kötü bir nottu. Aşık, Nachbar'a hücum faul yaptırdıktan sonra hücumda kendisi yarattığı pozisyonu smaçla mı turnikeyle mi bitireyim diye düşünürken atışı kaçırdı. Ardından Slokar'ın ampulün tepesinden bulduğu bomboş şutla fark 6'ya çıktı. Neyse ki sonrasındaki hücumumuzda Hedo'nun kaçan turnikesini Ersan tip'ledi. Bu noktadan sonra iki takım da bulduğu boş atışları değerlendiremedi. Bizim için maçın belki de döndüğü nokta, turnuvada o ana kadar %30'un altında serbest atış yüzdesine sahip Aşık'ın, kendisine yapılan faul sonrası 2'de 2 atması olacaktı ama skordan anlaşıldığı üzere olmadı, olamadı... Üstelik Udrih'in Ender'e 17 saniye kala üçlük sırasında yaptığı faullerden sonra, Ender'in 3'te 3 atmasıyla çok da umutlanmıştık. Bunun üzerine Udrih taktik faullerin birini kaçırınca skor 69-67'ye geldi ve 9.7 saniyede son hücum bize kaldı.

Şu ana kadar aldığımız bütün galibiyetlerin ödülü gelip son hücumumuza sıkışmıştı. Mola sonrası Engin-Ender-Ömer-Hedo-Ersan 5'ini sahaya sürdük. Ender adamını hızıyla geçtikten sonra gelen yardımı görüp, köşedeki Engin'i buldu. Ancak o bomboş üçlüğü değerlendiremedi ve maçı kaybettik. Engin çok uzun süredir kenarda soğumuştu, keşke yanındaki Hidayet'e topu aktarsaydı diye düşünmeden edemedim.

Olsun... Sağlık olsun, finale giden yolda, ana yoldan çıkıp engebeli bir araziye girdik. Ancak elimizde bu engebeleri/rakipleri aşabilecek bir takımımız var. Rakipler sırasıyla Yunanistan ve İspanya/Fransa olsa bile, biz bu yola başkoyduk. Slovenya maçındaki gibi - özellikle de ilk 15 dakikadaki gibi - kimliğimizin çok dışında oynamadıkça, hepsine kafa tutabiliriz. Bunu bize gösterdi Milli takım.

Yenilseniz de, 6. kere teşekkürler Milli Takım.

16 Eylül 2009 Çarşamba

NBA'in Modası Kaçtı

Scott Pollard en son 07-08 sezonunda Celtics forması giymişti. Geçtiğimiz sene ise sadece 3-5 takımdan gelen teklifler sonrası, bu yaz telefonunun hiç çalmadığını, bunu anlayışla karşıladığını ve muhtemelen kariyerinin sonuna geldiğini açıklamış. Ben de dahil olmak üzere, bir nesil, onu oyunuyla değil NBA'e getirdiği ilginç saç-sakal stilleri ve kıyafetleriyle tanımıştı. Şöyle ki:








Jordan'a Göre Wizards Bir Hataymış

"Keşke hiç dönmeseydim" diye düşünüyormuş. Bir anlamda haklı, birçoklarına göre gelmiş geçmiş en iyi diye nitelendirilen bir oyuncu sadece basketbolu özlediği için vasat bir takımda öyle görev almamalıydı bana göre de. Ayrıca şöyle birşey var ki, eğer Jordan 2. kere dönmeseydi, tarihe 30 yerine 31.5 civarı bir sayı ortalamasıyla geçecekti. Ama bunların karşısında bir pozisyonu var ki, bana "İyi ki dönmüşsün Majesteleri" dedirtmiştir hep. Buyrun paylaşıyorum:


Link

Şansımız ve Rakibimiz

Biz ilk ve ikinci gruplarda şahane maçlar çıkarıp 5'te 5 yaparken, çapraz grubumuzda vukuu bulan 1-2 beklenmedik sonuç, çoğunluğun kafasında oluşturduğu çeyrek final eşleşmelerini alt üst etti. Benim düşüncem Yunanistan'ın lider olacağı, ikincilik için Hırvatlar ile Fransızlar'ın kapışacağı, son sırayı ise Rusya'nın alacağı yönünde idi. Ancak sıralama Fransa-Rusya-Yunanistan-Hırvatistan şeklinde oluşunca, bizim şu ana kadar yenilgisiz bir şekilde lider olmamız, bir anda omuzlarımızda çok büyük bir yük haline geldi. İşte bu bizim şansımız, aslında daha doğrusu şanssızlığımız. Bunun sonucu olarak eğer final yolunda minimum engelle karşılaşmak istiyorsak, bugünkü Slovenya maçını kesinlikle kazanmamız gerektiği.

Şöyle ki, artık çok yorulmuş olan bir Polonya'ya karşı İspanya'nın ve hiçbir amacı kalmayan güçsüz Litvanya'ya karşı da Sırbistan'ın kazanması halinde, çeyrek final ve yarı final eşleşmeleri şu şekilde olacak:

Fransa - İspanya Vs. Yunanistan - X
Rusya - Sırbistan Vs. Hırvatistan - Y

Tahmin edersiniz ki, Y olan yere girmemiz için, bugün Slovenya'yı yenmemiz lazım. Bu da ilk 5 galibiyetimizin ödülünün, son grup maçımıza kaldığını gösteriyor. İkinci gruplar başladığında, benim gönlümden geçen iki finale giden kanadın da yaklaşık aynı güçte olmalarıydı. Bu sayede Slovenya maçının önemi azalacak ve belki de Hidayet-Ömer ve Ender 3'lümüze çok ihtiyaçları olan dinlenme süresini verecektik. Ancak şu anki görüntü işin öyle olmayacağı yönünde.

Bir ihtimal İspanya kazanır ve Sırbistan yenilirse, işte o zaman iki kanat arasındaki fark minimuma inecek. Yine de çeyrek finalde Yunanistan ile eşleşmek hiç hoş değil. Biliyorum diğer tarafta da hazırlık turnuvasında kibar deyimle bizi rahat yenen Hırvatistan var ancak onların form grafiği kendilerinden çok rakiplerine umut veriyor.

Diğer 2 maçta bir sürpriz olmaması halinde Slovenya'yı yenip en azından kağıt üstünde daha kolay olan yola girmemiz gerekiyor. Şu ana kadarki 5 maçı, sırayla Yunanistan ve İspanya ile karşılaşmak için kazanmadık değil mi?

15 Eylül 2009 Salı

NBA'in En İyisi Dönüyor

Ostertag, 3 yıl aradan sonra basketbolu çok özlediği için dönmeye karar vermiş. Portland Trail Blazers ile deneme antrenmanlarına çıkmaya başlamış.

Kaan Kural'ın gözün aydın. Eğer Ostertag denemelerde başarılı olursa, en sevdiği oyunculardan biri parkelere dönecek. Gerçi 3 yıldır topa değmemiş, 36 yaşında ve 2.18 boyundaki bir oyuncunun üstündeki hamlığı atıp bir takımla anlaşmasının ihtimali çok zayıf ama olsun.

Amerika'nın Yeni Kralı: Deli Petro

Federer'i setlerde 2-1 gerideyken, 3-2 yenmeyi başardı. Şu anda tenis dünyasının pozisyona hazırlanmadan en iyi vuruş yapan isimlerinden biri Del Potro. Son 2 setteki oyunu da tarif edilemez nitelikteydi. Federer ne kadar derin toplar atsa da işe yaramadı. Del Potro ayaklarının pozisyonu abuk subuk olsa da, koşarak da olsa, ölümcül forehand'iyle köşelere vurmaya devam etti. Hatta bir pozisyonda, kameralar Potro'nun vurduğu topu takip edemedi bile. Son yıllarda gördüğüm en iyi vuruşlardan biriydi. Yeni şampiyona tebrikler. Kariyerindeki ilk Grand Slam finalinde, Federer'i ilk defa yenmek her yiğidin harcı değil. Federer de inşallah yeniden bir düşüşe girmez bu yenilginin ardından.

Sıradaki? Türkiye 69 - Sırbistan 64 (Maç Analizi)

Bu müthiş maçı maalesef kısa yazmam gerekiyor vakit darlığından dolayı. Edit: İyi ki kısa demişim ya, Milli Takım'dan gazı aldım, tutamadım kendimi =)

İlginçtir Krstic'e görev vermemişti Sırbistan'ın hocası. İki takım da müthiş bir tempoya rağmen skor bulmakta zorlanarak başladı maça. Kerem takımını mükemmel yöneterek asistleriyle ve üçlükleriyle sürüklemeye başladı. Bizim savunmamızda Aşık ve Ersan muhteşemdiler: Bloklar, hücum faul yaptırmalar, çemberde seken topu çıkarmalar, ne ararsanız vardı. Kerem bu arada pick & roll'lar sonrasında tek kelimeyle mükemmel asistler yapıyordu iki uzunumuz Ersan ve Ömer'e. Bu iki oyuncumuz da mükemmellerdi. Semih'in son saniyede, 5 metreden stop jumpshot ile bulduğu potalı basket belki de şansımızın yanımızda olduğunun göstergesiydi: 20-18

Krstic'e görev vermeyen Ivkovic sonunda onu da düşündü. Hedo'nun dizindeki problemin onu zorladığı apaçık belliydi. Bir hayli kötü oynuyodu. Çeyreğin başında Ömer Onan her hücumda gelen ortalama 4 perdeden de savaşarak çıkarak, Paunic'e muhteşem bir savunma yaptı. Semih'in elinde uzun süre tuttuğu ve Hedo'ya potaya atsın diye verdiği pozisyonda hücum ribaundunu alması güzel bir detaydı, bunun üstüne bir hücum ribaundu daha yaptı. Üç dakika boyunca sayı üretemememizin nedeni iyice 1'e 1 ve el şutlar denememizdi. Bu çeyrekteki Ender-Semih alley-oop'undaki Semih'in bitirişi müthiş yumuşaktı, artık kendisini bulduğunu iyice kanıtladı. Delicesine pick & roll oynamaya devam ettik ama Aşık üzerinden oynadığımız her pozisyonda ona faul yapıldığı için şanssızdık. 1/8 faul isabetiyle oynadı genç pivotumuz. Skor bulmakta belki de bu yüzden problem yaşadık. Ersan oyuna girdikten sonra bu anlamda bizi rahatlattı. Defansımız ise mükemmeldi. Sadece 15 sayıya izin verdik bu periyodda. Son 4 saniyede mükemmel hücum eden Sırbistan, Krstic ile bomboş üçlüğü değerlendiremedi: 36-33

3. çeyrekte Aşık'la devam ettik kaldığımız yerden boyalı alanda. Onlar da Krstic ile başladılar. Biz Sırbistan'ı durdurmak için alana döndük. Kerem Tunçeri yine mükemmel oyununu sürdürdü. Ancak Aşık'ın faulleri isabetli kullanamaması yine bu pasları anlamsız kıldı. Maşallah nazar değmesin ama Kerem'i gördüğü boşluklar ve verdiği paslarla Jason Kidd'e benzettim bu maçta. Defansta da müthiş akıllı ve kilitleyici bir savunma yaptı. Ne desem az kendisine... Belki de bir önceki maç, alan savunmasına karşı 2-3 dakika takımı yönetemeyince, Tanjevic'in onu maçın geri kalanında kenarda oturtması böylesi bir hırsa neden oldu... Hedo kısa mesafeli bir şutla ilk sayısını buldu ve bizi umtulandırdı ancak sonra gördük ki Hidayet'in bu dizle bize katkısı olmayacak. Slovenya maçında oynatılmayıp, birkaç gün kesinlikle dinlenmesi lazım. Çeyreğin sonunda Velickovic ve Teodosic'in birbirlerine yaptıkları asistlerle buldukları üçlükler Sırbistan'ın farkı 3'e indirmesini sağladı: 55-52

Son çeyreğe yine Kerem'in asisti ve Ersan'ın üçlüğüyle başladık. Tekrar belirtmem lazım ki bu ikili gerçekten mükemel oynadılar bütün maç boyunca. Yani kelimelere dökemiyorum o kadar beğendim ikisini de, neyse devam edelim. Kerem'in yorulduğunu söyleyip kenara gelmesi ve hemen ardından Ersan'ın da çıkması sonucu 3 dakika boyunca sayı bulamadık ve bu dönemde Sırplar'a atış sırasında çok faul yaparak avantajımızı kaybettik. Ender kısırlığımızı zorlama bir turnikeyi sayıya çevirerek bitirdi. Ancak Teodosic'in çok uzak mesafeli ve el üstünden bulduğu üçlükle geri düştük. Semih 28 saniye kala kendisine yapılan faulden doğan serbest atışlardan 1'ini değerlendirerek beraberliği sağladı. Ardından Sırbistan'a son hücumda 24 saniye boyunca potayı göstermememiz bu maçı ne kadar istediğimizin kanıtıydı. Son 3 saniyede Kerem'in kaçırdığı gözyaşı damlasından sonra Hidayet tip'leyerek topu çemberden geçirdi ama süre dolmuştu. İki maçtır çok kötü oynamasını bir anda kafasında silip atabilirdi belki de, yazık oldu. Bu çeyreğin son 5 dakikasında iki takımın da yaptığı müthiş savunmanın hakkını vermemiz lazım. Bizim takımda özellikle Aşık'ın katkısı muhteşemdi.

Uzatmalarda ise Semih ile 2'de 1 serbest atış isabeti bulup ardından defansta rakibimize inanılmaz hücum ribaundu verdik. Üstüste bomboş atışları kaçırdılar 4 veya 5 tane... Ardından Sırbistan bulduğu bomboş bir üçlüğü daha değerlendiremedi. Son 50 saniyeye kadar uzatmaların skoru 1-0 lehimizeydi ancak bu Kerem'in çaldığı top ve Semih'e yaptığı asist ile değişmek üzereyken, Semih bomboş bir turnikeyi kaçırdı. İnanamadık... Çabuk gelmek isteyen Sırbistan karşısında Hidayet rakibin gideceği yönü çok iyi tahmin ederek topu çaldı ve attığımız fast-break ile farkı 3'e çıkardık. Murat Murathanoğlu'nun deyimiyle: "Ersan Hidayet Ersan basket. Ersan Hidayet Ersan!!!!". Sırbistan 35 saniye kala son hücumda bomboş bir üçlük şansı buldu ancak bunu da kaçırdılar ve maçı kazandık. Uzatmalarda buldukları çok rahat şut şanslarını değerlendirememeleri dikkatimi çekti. Ama ne olursa en büyük yıldızımız sakatken ve 1/16 ile oynarken, biz 5'te 5 yapmayı başardık ve ilk 2'de gruptan çıkmayı garantiledik.

Bir kez daha üstüne basmakta yarar var, bugün MVP'imiz kesinlikle Kerem Tunçeri'ydi. Bir oyun kurucu, oyunu ancak bu kadar domine edebilirdi. Skorbordda 7 yazıyor ancak Avrupa basketbolunda yazılmayan asistleri ve faul ile kesilen pozisyonları da katarsak rahat 13-14'e kadar yolu vardı. Muhteşemdin Kerem, nazar değmesin.

Beşinci kere: Teşekkürler Milli Takım.

14 Eylül 2009 Pazartesi

Rubio Yerine Yeni Kan: Sessions

Wolves'un genel menajeri David Kahn'ın, iki oyun kurucuyu yanyana oynatma aşkı gerçekten çok kuvvetli. Kahn, draft'ta Rubio ve Flynn'i seçtikten sonra eleştirilmişti ancak kendisini "Bu ikili yanyana oynayacak zaten" diye savunmuştu. İlginç bir fikir olabilir ama bana göre çok mantıklı değildi. Rubio'nun Timberwolves'u 'satmasıyla', Kahn 2. oyun kurucusunu Sessions olarak belirledi. Bucks'ın 4x4 teklifiyle eşleşmemesine şurada değinmiştim.
Sessions'ın orta mesafe ve dış şutlarını isabetsizliği takımının canını çok yakıyor. Gerçi hücumda bu iki oyun kurucuyu yanyana oynatmak bir sorun yaratmaz. Çünkü Flynn şutör guard gibi oynayabilir. Ama defans için aynı şeyi söylemek zor. Flynn zaten ufacık olduğu için bırakın şutör guard'ları, NBA oyun kurucularını bile savunmakta sond derece zorlanacaktır. Sessions'ın da bir Kobe'yi, Wade', Ginobili'yi vs savunurken düşünemiyorum bile. Rambis şu anki Suns ve Knicks gibi hızlı oyunu tercih edecek diye bir söylenti var, bu durumda iki oyun kuruculu sistemin elbetteki çok büyük artıları olacaktır. Ama hepimiz biliyoruz ki uzun vadede takımlara başarı getiren şey savunmadır. Peki ne olacak? Bence başarısız bir denemeden sonra Wolves bu ikiliyi ayrı ayrı oyun kurucu mevkisinde kullanıp, yanyana maksimum 5-10 dakika oynatmaya başlayacak. Bu durumda Sessions'ın 2 senelik NBA tecrübesi ile ilk 5'i için avantajlı olacağını düşünüyorum. Flynn'i izlediğim videolarda son derece beğensem de, o cüsseyle bir üst seviyede neler yapabileceğini tahmin etmek son derece zor. Kısacası Wolves'daki guard rotasyonu her türlü sürprize açık gibi gözüküyor. Zamanın bakalım ne gösterecek.

35 Saniyede 13 Sayı

T-Mac'in, T-Mac olduğu zamanlar... Bunun üstünde birşeyler yazmanın hiç bir anlamı yok, biz susalım, T-Mac konuşsun. Sadece bunu Spurs gibi bir savunma takımına karşı yaptığının altını çizeyim.


Link

Sessons'ın Gitmesi

İki hafta kadar önce Timberwolves'un 2009 NBA Draft'ında seçtiği Rubio'nun en az 2 muhtemelen de 3 sene boyunca İspanya'da kalacağı kesinleşmişti. Bunun üzerine Timberwolves genel menajeri David Kahn, geçtiğimiz hafta cuma gecesi Ramon Sessions'a 4 yıllığına, 16 milyon dolara imza attırmıştı. Genç oyun kurucu sınırlı serbest olduğu için Milwaukee Bucks'ın, ona aynı kontratı sunmak için 1 hafta süresi vardı. Böylece onu takımda tutabileceklerdi. Ancak Bucks takımı bu kontratla eşleşmesi durumunda 2 milyon dolar lüks vergisi ödemek zorunda kalacaktı yani Sessions'a 4 yerine 6 milyon vermiş gibi olacaklardı. Bunun üzerine Sessions'ın Wolves'a gitmesine göz yumdular.

Elbette Sessions'ı elde tutmama kararı son 1 haftada verilmedi, taa draft zamanına dayanıyor. Koç Skiles, Sessions'a yeterince güvenmediği için Brandon Jennings'i istemiş. İşin ilginci bu iki oyun kurucu da birbirlerini andırıyorlar. İkisi de savunması değil hücum yönü ağır basan, oyunu kurmak yerine daha çok skora giden veya penetre sonrası boş adamı bularak asist yapan oyuncular. Bakalım Skiles Jennings'de ekstradan ne gördü, hep beraber izleyeceğiz. Belki de Sessions'ın draft öncesi dikkat çekmeyip sonradan bu çıkışı yapmasına güvenemedi, en baştan itibaren yeteneğini gösteren bir oyuncu istedi. Kim bilir? Ama şunu sormadan edemiyorum: Takım ekonomik açıdan sorun yaşarken, sezonun ikinci yarısında Sessisons'a deli gibi dakika verip piyasasını arttırmak nasıl bir mantıktır? Birisi lütfen açıklasın. Belki de bunu yapmasalar, Sessions'ı 3 milyon civarına takımda tutacaklardı... Kısacası, Bucks yaptığı ve yapmadığı hamlelerle, önümüzdeki 4-5 yıl pek kendisinden bahsettirecek bir takımmış gibi durmuyor.

Akşama doğru da Sessions'ın Wolves'a gelmesini yazarım.

Şaaaampiyooooon


Turnuva öncesinde kendisine bol şanslar dilemiştim. Ancak bunu ben bile beklemiyordum. Clijsters, Danimarkalı güzel Wozniacki'yi 7-5 ve 6-3'lük iki set sonucunda mağlup edip Amerika Açık şampiyonu oldu. Üstelik kupa yolunda Williams kardeşlerin ikisini de eleyerek. Ayrıca Serena Williams'ın yaptığı çirkin hareketleri de bu vesileyle bir kez daha kınıyorum.

Helal sana Kim !! Hep böyle devam. Bu kadar mı hanımefendi olunur, bu kadar mı muhteşem oynanır.

Tebrikler...

13 Eylül 2009 Pazar

Russell: Jordan Gelsin de Görelim

Evet yine Jordan'ın Hall of Fame'e giriş konuşmasıyla ilgili bir haber ve yorum... Jordan'ın laf soktuğu isimlerden biri olan Bryon Russell'dan net bir yanıt gelmiş: "Hemen California'ya gelsin oynayalım. Bu açık bir çağrıdır. Ağzına bile ederim. Milyonlarca doları var, herhalde özel uçakla gelmek için o kadar para verebilir. Mark Jackson yorumculuk, Mitch Richmond da hakemlik yapabilir. Televizyondan bile yayınlatabiliriz, hepimiz görürüz bakalım Michael Jordan hala oynayabiliyor mu?"

Jordan'ın Russell hakkında söylediklerini hatırlayalım: Yıl 1994 Jordan ilk emeklilik zamanlarında, Bryon Russell ile karşılaşmışlar. Russell Jordan'a "Niye bıraktın ki? Hadi şortunu giy de gel, seni savunabilirim/durdurabilirim" tarzında birşeyler söylemiş. Jordan'ın döndüğü 1995-96 sezonunda, ilk Jazz-Bulls maçında, Jordan Russell'a: "Hadi bakalım sana beni savunmak için bir fırsat" şeklinde meydan okuduğunu söyledi. Ayrıca Majesteleri, ardından devam eden 2 sene boyunca ona kendisini savunmak için birçok fırsat verdiğini belirterek iğnelemeye devam etmişti. Son olarak da "Onu bundan sonra şortla görürsem, yine aynı şeyi yapacağım."

Russell bu anlatılanın kelimesi kelimesine doğru olduğunu, bu yüzden alınmadığını hatta tam tersine böyle bir srenomide Jordan'ın onu anlatmasından dolayı gurur duyduğunu söylemiş. "Kariyeri boyunca anısı olan o kadar kişi arasından aklına ben geldiysem ne mutlu bana" demiş. Ayrıca istisnasız hergün birilerinin ona 1998 Finalleri'ndeki Jordan'ın şutunu sorduğunu da belirtmeden edememiş. "Müthiş bir pozisyon ve basketti ama Jordan'ın itmesine de faul çalmadılar, tarihin bir parçası olmaktan utanmıyorum" diye devam etmiş. Burayı okuyup da o şutu bilmeyen biri olacağını zannetmiyorum ama yine de videoyu koyayım:


Link

Bana göre bu açıklamalardan alınmasa çıkıp böyle bir demeç vermezdi ama hadi bakalım inanalım Russell'a bu konuda. Sanki medyada ismini son bir kez daha duyurmak ve altta kalmamak adına bu tip bir çıkış yapmış. Son olarak da Jordan'ın Wizards'daki yıllarında takım arkadaşı olduklarını belirtip "O zamanlarda hiç bu konu açılmamıştı ayrıca hiç 1'e 1 yapmadık." demiş. Konuşmayı bitirirken Jordan'ı, telefonunu ortak bir arkadaşlarından alması için teşvik etmiş ve eklemiş: "Ben hala şortumu giyiyorum, beklerim."

Jordan'ın kabul etmesine hiç ihtimal vermiyorum ama olursa çok eğleneceğimiz kesin. Ayrıca Russell büyük hayal kırıklığına uğrayacaktır, zannedersem Jordan'ın son zamanlarda çıkan videolarını izlememiş. Pota bir 30-40 santim aşağı indirilmiş olsa da, buyrun 46 yaşında bir adamın fade away'lerinin güzelliğine bakın:


Link

Jordan'ın Konuşmasına Bir Başka Bakış Açısı

Michael Jordan'ın 2009 Hall of Fame serenomisinde yaptığı konuşmaya bir burada bir de şurada değinmiştim. Pek çok kişiye verip veriştirmişti. İçimden pek eleştirmek gelmemişti benim basketbolun tanrısı niteliğindeki bu simgeyi. Ama doğruya doğru konuşmasında biraz fazla kendini beğenmişlik ve megalomanlığa yer verdi. Ha, bunu yapmayı haketmiyor mu? Belki de dünyada böylesi bir konuşma yapmayı hakeden ve yaptıktan sonra bunun altından kalkabilecek tek kişi. Ondan başka kim olursa olsun, bu konuşmadakine benzer birşeyler söylese yuhlanmaya başlardı diye tahmin ediyorum. Jordan'ın sempatikliği ve dokunulmazlığı işin içine girince insanlar onu alkışladılar ve büyük çoğunluk konuşmasını çok beğendi, ben de dahil. Ancak Yahoo'nun takdir ettiğim yazarlarından Wojnarowski de konuyla ilgili şöyle sert bir eleştiri yazmıştı. Yazı da biraz acımasız noktalar olsa da kesinlikle haklı olduğu yerler de var. Ama işte Jordan'ın geçmişi, karakteri ve kredisi bütün bunları gülüp geçilecek şeyler yapmaya yetti. Benim tek atlamasına üzüldüğüm nokta kişisel antrenörü Tim Glover'ı unutmuş olmasıydı.

Majesteleri, kimilerine göre bazı sınırları aşsa da, hala benim gözümde Majesteleri ve hiçbir şey kaybetmiş değil. Yine de daha yumuşak bir konuşma yapmış olsaydı eminim herkes çok daha memnun olacaktı.

Seni Öldürürüm - 2

Serena Williams'ın çizgi hakemine yaptığı çirkin hareketleri ve maça gölge düşürmesini yazmıştım ancak televizyonda izlediğim anda yazmak istediğim için internete görüntüler düşmemişti. Buyrun fotoğraflar ve en alta da youtube videosunu koydum izlemek isteyene... Tenise yakışmayan ancak Serena'ya yakın hareketler.









Link

Burada da turnuvada daha önce yaptığı bir ayak hatasından sonra dönüp uzun uzun çizgi hakemine bakması var:


Link

Seni Öldürürüm

Serena Williams'ın çizgi hakemine bu şekilde yaptığı çirkin tehdit, seyrine doyulmayan yarı final maçının önüne geçti.

Amerika Açık Tenis Turnuvası bayanlar yarı final maçı. Mükemmel bir tenis maçı izliyorduk. Vurulan forehand'lerin karşısında birçok profesyonel erkek tenisçi bile durmakta güçlük çekerdi. İki taraf da birbirlerinin servislerini kırıp duruyorlardı. Birbirinden güzel sayılar izliyorduk... Neyse maçı anlatmayayım olaya geçelim:

Kim Clijsters ilk seti 6-4 almış, ikinci sette 6-5 önde ve Serena Williams servis kullanıyor. Durum 15-30. Serena ilk servisini dışarı atıyor. İkinci servisini kullandığı sırada "Foot Fault" sesi yankılanıyor çizgi hakeminin. Yani Serena servis çizgisine bastığı için hata yapmış oluyor ve çift hata ile sayı Clijster'a yazılıyor. Oyundaki skor da 15-40'a geliyor. Yani Clijsters 2 maç puanı şansını yakalıyor. Buraya kadar tamam. Ama sonrası...

İşte bundan sonra Serena Williams'ın utanç ve pişmanlıkla hatırlaması gereken olaylara tanıklık ettik. Williams, çizgi hakeminin üzerine doğru yürüyerek ve raketini ona doğru sallayarak bir sürü şey söyledi ancak mikrofon uzakta olduğu için bunlar duyulmadı. Çizgi hakemi, maçın hakemine gidip Serena Williams'ın onu "Seni öldürürüm" diye tehdit ettiğini söyledi ve yerine döndü. Serena Williams stresini ve hıncını alamamış olacak ki yine uzakdoğulu çizgi hakeminin üzerine yürüyüp birşeyler söylemeye devam etti. Bu sırada iki yetkili kişi maçın hakeminin yanına geldi, çizgi hakemi de onların yanına sığındı. Serena Williams'ı çağırdılar ve olayı açıkladılar. İlk seti topu fileye takarak vermesinin ardından raketini yere vurup kıran Williams zaten bir uyarı almıştı. Bu tehdit de ikinci uyarısı oldu ve ceza puanı aldı, yani Clijsters bir puan kazandı.

Hatırlayacağınız gibi Kim Clijsters 15-40'ta 2 maç puanı şansına sahipti. Yani kazandığı sayı ile Serena Williams'ı eleyip finale çıkmış oldu. Ama o sırada Eurosport'u açan birine sorsanız "Sence maçı kim kaybetti?" eminim size Clijsters cevabını verecekti. Öylesine donuk ve hayalkırıklığı dolu bakışlar vardı ki yüzünde, anlatılmaz yaşanır. Eh yazık tabi, tenise 2 yılı aşkın bir süre sonra dönmüştü. Kortlara yeniden çıktığından beri sadece 3. turnuvası ve ilk Grand Slam'inde seribaşı değilken yarı finale kadar çıkmış, muhteşem oynayarak Serena Williams'a karşı 2 maç puanı şansı elde etmişti. Ama işte bu noktada Serena Williams'ın terbiyesizliği ve öfkesi maçın önüne geçti. Bu mükemmel maç, hafızalara Clijsters'ın mükemmel oyunu yerine Serena Williams'ın siniri ve abuk subuk tehditleri ile kazınacak. Yazık, çok yazık. Tenis gibi her daim centilmenliğin ön planda olduğu bir sporda bile bunlara şahit olduk ya, helal olsun Serena Williams. Bravo.

Birkaç yerde dudak okuyanların yazdıklarına baktım da, seni öldürürüm dememiş ancak "Alırım bu tenis topunu gırtlağına sokarım." demiş. Çizgi hakemi haklı, kimin boğazına tenis topu sokarsanız ölmez ki? Şaka bir yana, benim gözümde iki laf arasında hiçbir fark yok. Tek bir ortak yön var, Serena Williams'ın kendini kontrol edemeyişi ve terbiyesizliği.

Serena çizgi hakeminin iddiasıyla ilgili sorulan soruya "Ne söylediğimi hatırlamıyorum, geçti. Çok kritik bir sayıydı. Henüz olayın üstünde pişman olacak kadar düşünmedim bilmiyorum. O sırada ceza alabileceğim aklıma gelmedi. Kim çok iyi oynadı" diye yanıt vermiş.

Kaybetmeyi bilmekten geçmişte de bahsetmiştim. Serena'nın da kaybetmeyi ne kadar bildiğini görmüş olduk.

Ayrıca, bol şanslar Clijsters...

Sözün Bittiği Yer

ESPN anket yapıyor: Michael Jordan'ın 23 numaralı formasını NBA emekli etmeli mi? Yani kimse giyemeyecek 23 numaralı formayı demek bu bir anlamda. Aldığım screenshot'ta gördüğünüz gibi 192bin küsur oylayan kişinin %62'si Evet yanıtını vermiş. Ama sözün bittiği yer derken bunu kastetmedim.

Jordan'ın 2 kere NBA Finalleri'nde 'kalbini kırdığı' takım olan Jazz'ın eyaleti Utah'ta bile oylara bakarsanız %51 "Evet" demiş. NBA'in bütününde, sizden en çok nefret eden eyalet bile size "Hayır" diyemiyorsa, sözün bittiği yer Utah'tır.

Bu da oylamanın linki efendim, oylar 1 milyona falan ulaşınca girip bakar belki merak edenler.