BIY AD

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Doğu Yarı Finali: Cavaliers - Celtics Değerlendirmesi

Futbol maçlarına şöyle bir bakayım derken yazıya ara vermiştim neyse daha maçın başlamasına 3-4 saat varken yayınlayabiliyorum.

İki sezon öncesinde oynanan Doğu yarı finalinin rövanşı... O zaman 4-3 Celtics kazanmayı başarmıştı. Son maçta Pierce ile LeBron'un kapışmasını bireysel olarak LeBron kazansa da (45-41), Celtics Cavs'i yenerek turu geçmişti. Ancak arada ufak(!) bir fark var.

2007-08 sezonundaki Celtics NBA tarihinin en sağlam takımlarından biriydi belki de. İnanılmaz savunma yapıyorlardı (Thibodeau sağolsun). Bunun yanında 3 büyük yıldıza sahiplerdi ve genellikle üst düzey savunma yapan takımların hücumda çektiği sıkıntıyı da minimum düzeyde hissediyorlardı. Biri sussa diğeri atıyordu. O sezonun açık ara en dominant takımıydı Celtics. Fakat şimdiki Celtics'e bakınca neredeyse hiçbir şeyin aynı olmadığını görüyoruz. Öncelikle olay tabii ki Garnett'ten başlıyor. Geçen sezon sonunda dizinden sakatlanan ve "ciddi birşeyi yok" denilen Garnett'in bu sene yaşadığı düşüş gerçekten çok büyük. Maç izlemeyen biri bile bunu blok istatistiğindeki düşüşten anlayabilir. Kariyerinde ilk defa maç başına 1 bloktan az yaptı KG bu sezon. Ama onun dışında ne bire bir savunmada, ne yardım savunmasında ayakları gitmiyor Garnett'in. Sanki 5'er kilo ağırlık bağlanmış bileklerine. Garnett'in yanında Allen ile Pierce'ın 2'şer sene yaşlandıklarını ve Rasheed olayını da unutmayalım. Zaten Doc Rivers kendisine normal sezondakinden bile daha az süre veriyor playofflar'da. Yatmaya gelmiş resmen Celtics'e adam. Bunlara ek olarak, Posey gibi bir savunmacıya da sahip değiller artık. Kısacası 2 sezon önceki Celtics ile şimdiki Celtics arasında dağlar var. Bu açık.

Diğer tarafta Cavs'e bakıyorum. LeBron'un 7 maça serideki takım arkadaşları pek de iç açıcı isimler değillerdi: Bitmiş bir Ben Wallace, Szczerbiak, Pavlovic ve Joe Smith'ten bahsediyoruz... LeBron önceki sezon o takımı NBA Finalleri'ne taşısa da o Celtics'e karşı elenmelerine engel olamamıştı. Şimdi karşımızda çok daha farklı bir Cavs var. Bir kere Danny Ferry'nin bedavaya aldığı Shaq ile Jamison'ı eklendiler. Üzerine mini Marion olarak Moon var. Her ne kadar playofflar'da dağıldığına şahit olsak da, iki senedir takımda olan Mo Williams çok önemli bir oyuncu. Varejao her takımda görmek isteyeceğiniz bir 6. adam. Anthony Parker mükemmel bir profesyonel ve harika bir görev adamı... Bu saydıklarımın üzerine şu eklenebilir: Her ne kadar bu sezon biraz daha yumuşamış gibi gözükse de geçen sene takıma aşılanan bir savunma felsefesi var. Kısacası çok ama çok farklı bir Cavs var karşımızda. Bununla da kalmıyor, saha avantajının da Cavs'de olduğunu unutmayalım. LeBron 07-08'deki Celtics'i tek başına elemeye o kadar yaklaşmışken, bu sefer turu geçen tarafın Cavs olmaması büyük sürpriz olur.

Biraz da parkeye dönelim. Tabii ki LeBron'dan başlayacağım. Yukarıda Garnett'in düşüşünden bahsettim. LeBron, Garnett'in yılın savunmacısı ödülünü aldığı sezon resmen Celtics pota altını hiçe sayarak boyalı alana giriyordu. Şimdi Garnett'in ağırlığından dolayı pota altını dağıtmasını bekliyorum. Zaten Pierce - Tony Allen'ın LeBron'un önünde durmalarını kimse beklemiyordur herhalde. 23 numaranın içeri girdiği her pozisyon smaçla bitebilir. Tabii bütün bunlar LeBron'un dirseğinin onu aşırı rahatsız etmemesi durumunda geçerli. Maç kaçırmasına neden olacak bir durum yok ve LeBron da rahatsızlığı olmadığını söylemiş ama çembere yöneldiğinde Perkins, Pierce ve Garnett'in sert müdahaleleri işi değiştirebilir... Shaq ise henüz form tutamadı ama aslında sorun sadece formunda da değil, bugüne kadar oynamış olduğu 40.000'i aşkın dakikanın etkileri görülüyor. Eskisi gibi değil. Perkins'e karşı da zorlanmasını bekleyebiliriz. 4 numarada ise Antawn Jamison'ın da Garnett'e karşı bir avantaj getireceğini söyleyebiliriz Cavs'e. 1 sene önce böyle yazacaksın deseler hayatta inanmazdım ama Garnett'in hali ortada. Üçlük çizgisi civarında savunma yapmakta ne kadar zorlandığını sezon içinde pek çok kere gördük zaten Garnett'in oraya çıkması boyalı alanın boşalması anlamına gelecek. Eh hücumda da artık boyalı alandan top kullandığı yok. 1-2 bomboş pozisyon hariç girmiyor bile oralara. Otomatik bir 4-5 metre şutörüne döndü Garnett. Garnett'in ne kadar güç, arzu ve boy avantajı olsa da Jamison onu savunmakta çok da zorlanmayacaktır. Tabii mucizevi bir şekilde 2 sene önceki Garnett dönmezse.

Celtics'in iki avantajı var gibi duruyor. Öncelikle sezonun başında çok kötü oynayan ancak All-Star'dan beri git gide form düzeyini her ay düzenli bir şekilde arttıran ve artık saçmalama düzeyine gelen Allen. Heat'e karşı maç başına 4 üçlük atarken bunu %52 isabetle yaptı. Oyun kurucuları karşılaştırdığımızda ise Rondo'nun Mo'ya karşı bir avantajı varmış gibi duruyor. Shaq'ın oyunda olduğu bölümlerde boyalı alana girmekte zorlanacaktır. Ama gerekli yerlerde tempoyu arttırarak ve yarı saha hücumunda perde sonrası çembere giderek Celtics'e hücumda çok önemli katkı verebildiğini gösterdi sezon boyunca Rondo. Mo Will'in de savunmada pek istekli olmadığını düşündüğümüzde Celtics'in lehine olan eşleşmelerden biri diyebiliriz. Celtics'te Pierce'a değinmedim ama onun hakkında çok konuşmaya gerek yok zaten. Her ne kadar zaman zaman Rondo takımın lideri gibi dursa da, asıl olay Pierce'ta bitiyor, takımdaki en yaratıcı oyuncu o. LeBron ile eşleşmelerinde ise elbette LeBron'un üstünlüğü var. Bench'lere baktığımızda da Cavs'in avantajı var. Rivers'ın vurdumduymaz Nate ile Rasheed'den iyice soğuduğuna tanık olduk. Hele Nate bench'ten bile kalkamıyor. Glen Davis ile Tony Allen'ın yanında bu ikilinin de yardımına ihtiyacı var Celtics'in bu seride. Diğer tarafta Varejao, Moon, West, Ilgauskas ve Shaq'ın dönüşüyle playofflar'da süre alamayan Hickson'dan oluşan bench gerçekten ağır basıyor.

Wadespor'a karşı Wade'i durdurunca geri kalanlar (özellikle Jermaine) birşey yapamadı ama LeBron'u durdurmak Wade kadar kolay değil hatta neredeyse imkansız. Bunun yanında LeBron'un takım arkadaşlarını da Heat ile karşılaştırmak onlara küfür etmek gibi birşey olsa gerek. LeBron faktörüyle (dirsek olayı önemli burada) serinin 4-1 biteceğine inanıyorum. Celtics, Heat serisinin ilk maçında uyandıktan sonra, iyice havaya girmişse 4-2 (Edit: ilk maçtan sonra havaya girmiş göründüler) olabilir ama Cavs'in turu geçeceğine inanıyorum. Celtics için de bu süper kahraman fotoğrafını son kez kullanmış olabilirim, bu sezondan sonra yol yokuş aşağı çünkü...

Edit: İmla hataları, cümle düşüklükleri, 1-2 link eklemek vs.

Laker - Thunders Serisi Son Maç (95 - 94)

Evet sonunda genç Thunder ve koçsuz Nuggets da playofflara veda etmek zorunda kalınca geriye bir tek sıkıcı Hawks-Bucks serisinin son maçı kaldı. Bir tarafta enerjik Thunder, diğer tarafta tecrübeli ve en önemlisi şampiyon Lakers’ın karşı karşıya geldiği seri aslında pek çok kişinin tahminlerine yakın şekilde sonuçlandı. Thunder’ın gençlik ateşiyle içeride en az bir maç kazanacaklarını tahmin etmeyen azdı sanırsam. Ancak ilk iki maçta yenilmelerine rağmen küçümsenmeyecek dönemlerde Lakers’tan daha iyi basketbol oynayan Thunder’a karşı yükselen beklentiler evde oynadıkları iki maçla iyice tavan yaptı. Lakers 5. maçta ağabeyin kim olduğunu gösterse de Thunder’ın seriyi 7. maça götürme ihtimali hiç de az değildi. Ancak Durant maalesef (evet OKC’ye sempati besliyorum saklayacak değilim) son maçın ağırlığını kaldıramadı, Kobe de ölmediğini ispatladı ve seri 6. maçta sona erdi.

Soktuğu zor bir şutla Lakers adına perdeyi açan Kobe’ye Lakers uzunları eşlik etti. NBA’in tüm takımlarından daha büyük olduklarını bilmeyen yok zaten sanırım; burada da cüsselerini konuşturarak içeride çok rahat bitirdiler. Çok iyi savunulmasına rağmen potayı zorlayan Kobe’nin her şutundan sonra bir uzun ribaundu rahatsız ediyor, zaman zaman bitiriyordu. Bir pozisyonda Gasol ve Bynum tipleyerek toplam 3 hücum ribaundu yazdırdılar hatta hanelerine. Seri boyunca çok iyi ceza kesen Fisher’ın attığı üçlükle durum 11-4 ve OKC molası geldi. İlk çeyreğin büyük bölümüne Lakers üstünlüğü hakimdi yani. Ancak o ana kadar baya ekstra katkı sergileyip takımını neredeyse tek başına taşıyan Krstic’e, serinin Thunder adına yıldızı Westbrook’un da yardım etmeye başlamasıyla Oklahoma City daha rahat sayı bulmaya başladı. Hatta Westbrook’un güzel pasını zor da olsa bitiren Collison’ın basketiyle maç başı hariç ilk kez öne geçti ev sahibi ekip. Aradaki farkı korumayı başarıp çeyreği 27 bitirdiler. Bu çeyrekte OKC’nin en skorer ismi sürpriz bir şekilde 9 sayı 5 ribaundu olan Krstic olurken kayıplardaki isim 6 şutunda da isabet bulamayıp 4 sayı atabilen Durant’ti. 6’da 0 ama Artest’in blokladığı şutu hariç hepsi normal sezonda gözü kapalı soktuğu atışlardı genç yıldızın. Westbrook da Lakers’ın istediği şekilde potaya gidemedi ama orta mesafeli şutlarının yardımıyla 8 sayı atmayı başardı. Diğer tarafın en skoreri baya iyi savunulsa da faul çizgisinden sayılarına ulaşan Kobe’ydi.

İkinci çeyreğin başlarına Lakers benchi damgasını vurdu. OKC hücumda Maynor’ın iki pozisyonda boş şutu kullanmayıp gereğinden fazla paylaşımcı olmasıyla zor anlar yaşasa da kaosa rağmen sayı üretiminin devamını sağladı. Ancak farkı açamadılar çünkü Kobe’nin yerine giren Shannon Brown 2 tane üçlük çizgisinden bir tane de gerisinden basketlerle 3 dakikada 7 sayıya ulaşarak takımını sırtladı adeta. Phil Jackson iyi oyununa rağmen Brown’ı derhal oyundan almaktan çekinmedi tabii. Kobe girse de bir süre hücumda etkisini göstermedi ama Farmar’dan gelen üçlükle fark ona ihtiyaç duyulmadan 4’e çıkmıştı. Tabii bir sonraki pozisyonda Krstic’in hücum ribaundundan sonrası Durant yine doğru bir şutla üçlüğü göndererek cevap verdi ve nihayet ilk basketini yapmış oldu. Ancak Lakers bu dakikadan itibaren savunmada ve hücumda oyunu kontrolü altına alarak üstünlüğü ele geçirdi. Hücumda öyle öne çıkan bir isim olmasa da savunmada rakip takımı sürekli faul aldırmaya zorlayarak tempolarını yitirmelerini sağladılar. Son dakikada Kobe’nin yaptığı 2 top kaybı olmasa fark daha da açılabilirdi. Tabii son hücumu kapayıp farkı 6’ya çıkaran da Kobe’ydi; ilk yarı böylece 53-47 Lakers üstünlüğüyle sona erdi.

İkinci yarıya Thunder Green’in üçlüğü ve Sefolosha’nın çaldığı top sonrasında yine Green’in smacıyla durumu erkenden 53-52’ye getirince Phil Jackson 20 saniyelik “noluyoruz” molası aldı. Hemen ardından Kobe son iki maçta yaptığının toplamı kadar çaba sarf ederek takımının bundan sonraki 8 sayısını kendi elleriyle attı. Fakat Westbrook sahneye çıkmakta gecikmedi; bu sefer üç güzel asistle skoru 6-0’lık seri sonrası 61’de eşitlemeyi takım arkadaşlarıyla. Maç bu noktadan sonra çeyreğin bitimine kadar ortada geçti. OKC sürekli potaya saldırarak basket veya faullerle bitirirken Lakers’ta Kobe hayata geldiğinin sinyallerini birinci çeyrekteki 11’de 3’lük şut yüzdesini düzelterek göstermeye devam ediyordu. Bitime 16 saniye kala Fisher’dan gelen üçlükle son periyoda 76-73 Lakers üstünlüğüyle girildi.

4. çeyreği Shannon Brown ikinci çeyrekte bıraktığı yerden devam ederek attığı üçlükle 11. sayısına ulaştı, ardından OKC’de Ibaka aldığı hücum ribaundundan sonra 6. sayısını attı ama bundan sonraki 2 dakikalık bölüm biraz çirkindi. Harden, Farmar, Odom ve Maynor’ın airball’larından sonra Bynuma bir de üç saniye ihlali çalınınca tempo iyice düştü. En sonunda Walton da airball ihtimali %50 olan bir şutu sokunca nihayet bir taraftan sayı görmüş olduk. Ardından Odom savunmada bir anlık uyuyunca Durant kolunu hemen taktı ve iki faul atışıyla o da takımına sayı kazandırmayı başardı. Fakat Walton maçtaki 5. serideki 7. sayısı olan üçlüğü gönderince Lakers skoru 81-75’e getirdi. Aradaki fark bir süre korunsa da yanlış hücum tercihleriyle Lakers bir süre skor üretmekte zorlandı ve inancını yitirmeyen Thunder ekibi derhal bu fırsattan yararlanarak farkı eritmeye başladı. Önce Westbrook’un üçlüğüyle 4’e inen fark sonrasında Phil Jackson’ın molası işe yaramayınca Artest’in 5 sayısına rağmen Durant ve Westbrook’un önderliğindeki 10-0’lık seri Thunder’ı 91-94 öne geçirdi. Kalan sürenin 2:30 olduğunu da göze alınca seyircinin coşmaması elde değildi tabii. Çıkarttıkları ses 112 desibele kadar çıktı, jet motorununki 140 desibelmiş. Amerikanlar pek alışık değil tabii böyle şeylere. Tabii Kobe hemen ardından attığı çok zor basketle taraftarı susturmasını bildi. Bitime bir dakika kala Thunder oyuncularının ne kadar heyecanlı oldukları her yerlerinden anlaşılıyordu. Art arda kaçan Westbrook, Gasol ve yine Westbrook şutlarından sonra 17 saniye kala hücum ribaundunu alan Kobe maçın son hücumunu kullanmak adına süreyi eritmeye başladı. Potanın sağına doğru yönelip Westbrook’un ellerinin üzerinden attığı şutta isabet bulamadı ama maçın o anına dek hücumda son derece sessiz kalan Gasol hücum ribaundunu aldı ve attığı basketle serinin galibini belirledi.

Başından beri yazılıp çiziliyordu Lakers seriyi uzunlarıyla kazanacak diye. Eh bir bakıma öyle oldu diyebiliriz. Şimdi karşılarında çok formda Utah var ama son yıllarda çok üstün geliyor Lakers. Hem de Memo’nun yokluğunda Boozer içeride Gasol ve Bynum’la uğraşmak lazım, kolay gelsin kendisine. Deron Williams’ın durumu da önemli tabii. Sonuç olarak Thunder çok iyi geçen sezonu iki playoff galibiyetiyle taçlandırdı. Belki bu maçı kazansalar Los Angeles’da hezimete uğrayacaklardı, kim bilir. İki ekibe de tebrikler.

Kobe Bryant 25’te 12’yle 32 sayı 7 ribaund. 3. çeyrekte çok iyiydi, maç boyunca bir tane kolay basketini hatırlamıyorum Thunder savunmada onun üstünde çok iyi iş çıkardı.
Gasol 11’de 4’le 9 sayı 18 ribaund, hücumda sessizdi diyebiliriz. Maçı kazandırması dışında.
Ekstra: Shannon Brown 5’te 4’le 11 sayı.

Kevin Durant 5/23 saha içi, 14/15 serbest atış. Serbest atışlardan sayı bularak takımının maçta kalmasını sağladı taktir edilesi ama özellikle ilk yarıda kaçırdığı şutlar çok basitti. Biraz şanssızlık ve maçın önemi ağır bastı sanki. Artest ikinci yarıda iyi savunmuş olabilir ama dediğim gibi ilk yarıda o sayıları yapsaydı maçın seyri çok farklı olabilirdi.

Westbrook 7/20 21 sayı. O da ilk yarıda çok etkiliydi, takımının öne geçmesinde de büyük rol oynadı ama maç sonunda tecrübesizliğinin kurbanı oldu.

Ekstra: Jeff Green. Yanılmıyorsam 13 sayısını 3. çeyrekte attı, çoğu da potaya gittiği pozisyonlardı.

Stack Bu Sefer Uğurlu Gelmedi


Link

Bucks - Hawks serisinin dün gece oynanan 6. maçında Jerry Stackhouse ABD milli marşını seslendirdi. Maç başlarken açtığım için görmemiştim ama daha sonra Stackhouse'un attığı bir basket sonucu spikerden "Milli marşı söylemek ona yaramış" tarzında bir yorum gelince anlamıştım. Nete de düştü tabii videosu. Ayrıca fena da söylemiyor hani. Zaten seyirciyi gaza getirdiği de açık, marş biterken nasıl havaya girdikleri görülebiliyor. Stackhouse bundan 3 sezon önce Mavs forması giyerken sırayla Rockets ve Lakers maçlarında da milli marşı söylemişti ve Mavs bu iki maçı kazanmıştı. Ancak bu sefer uğurlu gelmedi Stackhouse ve maçı kaybettiler.

Milli marş ile ilgili daha da güzel bir video için tık




Bucks - Hawks Serisi 6. Maç (69 - 83)

Playoffların ilk turunun 7 maçta sonuçlanacak ilk serisi oldu Atlanta-Milwaukee serisi. İki maç önce, durum 2-2’ye gelince bu seri, geçen seneki Heat-Hawks eşleşmesini andırmıştı; fakat Milwaukee’nin Atlanta deplasmanında aldığı sürpriz galibiyet birden bu eşleşmenin kaderini değiştirdi ve biz de herkes gibi bu eşleşmenin üzerine yoğunlaştık. Ayrıca milli basketbolcumuz Ersan’ın da takımı olması nedeniyle Milwaukee kalbimizin bir köşesinde duruyordu; ama Bogut’un sakatlığı nedeniyle bu turdan bir maç almalarına bile ihtimal vermiyorduk. Son 3 maç boyunca bizi şok eden performanslarla ve de özellikle Atlanta takımın deplasmanlarda oynadığı korkak basketbolun sonucunda Bucks seriyi 3-2’ye getirdi. Ne yalan söyleyeyim bu maçta da serinin sonuçlanmasını bekliyordum ben açıkçası. Takdir edersiniz ki Atlanta takımının da sağı solu belli olmuyor. Woodson’ın ekibi, dün Milwaukee’ye sadece 69’da tutarak hem savunma namına tedbirler alabileceğini gösterdi, hem de en zor zamanda(özellikle rakip sahada) takımca kenetlenerek serini kaderine etki ettiler. Bu maçtan sonra, bu turun galibinin Milwaukee olacağını tahmin edenlerin sayısı çok ama çok azaldı.

Atlanta ekibi adına en sevindirici unsur, Milwaukee’ye karşı da olsa, deplasmanda bir galibiyet alabilmeleri. Gerçi öteki turda bir de Orlando’nun ev sahibi avantajına sahip olduğunu düşünürsek hiç şansları yok; ama bu serinin kaybedilmesi kadar utanç verici bir şey olamazdı onlar adına. Hatırlarsanız 5. maçtan sonra özellikle Koç Woodson’a tepkiler artmış ve seneye takımın başında onu görmemek için çabalar başlatılmıştı. Dün geceki maçtan sonra derin bir oh çekmiş olmalı. Tabi bu maçın kazanılmasında özellikle 3. çeyrekteki inanılmaz seri ve oyun ön plana çıktı. Çaylak Jennings ve Salmons felaket atarlarken bile, Hawks lehine o 19-0’lık seri gelmese, yine maçı kaybederlerdi.

Özellikle bu noktada biraz Jennings ve Salmons ikilisinden bahsetmek istiyorum.”Jennings için artık playoff psikolojisini de aştı; bu dakikadan sonra ipleri eline alacaktır” demiştim 4. ve 5. maçlardan sonraki performanslarının ardından. Ne yaptı ne etti yine beni kendinden soğutmayı başardı dün gece. Bir önceki maçta takımı %55.6 ile isabet bulurken o 16 şut kullanmış ve 9’unda isabet bulmuştu. Ben bu yüzdenin bu kadar yüksek olmasını tamamen Jennings’in saçmalamamasına bağlamıştım; fakat dün gece eski haline tekrar döndü. Belki de takımda hiç kimsenin öne çıkmamasından doğan bir sürecin sonucu oluştu bu ruh hali; ama yine de özellikle 2. çeyrek mükemmel oynayan Delfino’yu daha çok oyuna katabilirlerdi. Aksine bu dakikalarda dün gece berbat şut atan Salmons, çok gereksiz şutlara kalkıştı. Takımın girmeyen her basketin devamındaki savunmaya geçiş pozisyonlarında o bezmişlik o kadar çok belli oluyordu ki, Ersan’ı bile çileden çıkardı Jennings ve Salmons’tan gelen düşünmeden kullanılan şutlar.

Bu ikili adına ilginç bir istatistik daha tutulmuş dün geceki kötü performanslarının dahilinde. Salmons ve Jennings toplamda 3,4 ve 5. maçlarda 41.3 sayı, %52 şut yüzdesi, %38.1 üçlük yüzdesi ve 9.7 asistle oynarken takımlarının galibiyetlerinin baş mimarları olmuşlardı. Dün gece ise ikiliden toplam 20 sayı, %21.4 gibi felaket bir şut yüzdesi, %8.3 gibi ondan daha da felaket üçlük yüzdesi ve yalnızca 5 asistle oynadılar. Yenilginin nedeni için başka kılıf aramaya gerek yok. Ayrıca bir de dillere destan üçüncü çeyrek var ki hemen size kabaca aktarayım: Atlanta 29 sayı üretirken, Bucks sadece 11’de kaldı. Daha da fena olay Bucks’ın koca çeyrekte 17 saha içi denemesinde sadece 3 kez isabet bulabilmesi. Zaten bu çeyreğin sonunda fark 15’e çıkınca Bucks adına düşünülmesi gereken pek bir nokta kalmadı. “Fear the Deer” yalan oldu yani.

Öte yandan bir önceki gecede, hatta bu kapsamı biraz daha genişletecek olursam, serinin tamamında kendinden beklenenin %30’unu bile veremeyen Crawford, takımın bu zor zamandaki galibiyeti almasındaki en büyük etkendi. Tecrübeli guard, 28 dakika sahada kalarak 17’de 8’le 24 sayı, 5 ribaund, 2 asist ve 1 top çalmalık katkıyla maçın koparılmasında Atlnata’nın en büyük kozu oldu. Belki de işin ciddiyetinin farkına varabilse, Atlanta’nın guard rotasyonundaki verim kat kat artacak ve aynı şekilde rakip takımın da en öenmli skor silahının iki oyun kurucu olduğunu düşünürsek, toplamda kaybedilen 3 maçtan 2’sini kazanırlardı; ama takım kimyasının böyle ortamlarda dağılmamasının ne kadar büyük önem taşıdığını gördük böylece. Playofflarda genellikle takımlar toparlanır(bkz: Spurs, Celtics); Atlanta ise aksine paramparça oldu.

1971’de kazandıkları şampiyonluğun yıldönümü olan Cuma akşamında alacakları bir galibiyet Bucks adına çok çok sevindirici olabilirdi; ama elin oğlu acımıyor ne yazık ki. Ersan için üzülüyorum yalnızca. Onun playofflarda biraz daha kendini göstermesini temenni ederdim. Tabi her şey bitmiş değil; ama ben en kötü ve en muhtemel sonucu değerlendirmek istedim. Ersan’ın ilk playoff hikâyesi burada bitecek olsa bile, biz bu yaz ondan çok şey bekliyoruz Ankara ve İstanbul’da.

Kilit Performanslar
Jamal Crawford 8/17 24 sayı, 5 ribaund
Al Horford 6/12 15 sayı, 15 ribaund, 2 top çalma, 1 blok
Joe Johnson 8/24 22 sayı, 5 ribaund, 6 asist
Josh Smith 4/11 10 sayı, 9 ribaund, 4 blok

Baltacılar
Brandon Jennings 4/15 (1/9 üçlük) 12 sayı
John Salmons 2/13 8 sayı

Jazz - Nuggets Serisi Son Maç (112 - 104)

Ve batıda yarı finalistler belli oldu. Dün gece EnergySolutions Arena’da oynanan 6. maç, serinin galibi ve Lakers’ın rakibini belirledi. Jazz, evinde Nuggets’ı 112-104 yenerek seride durumu 4-2’ye getirdi ve turu geçen takım oldu. Kendi evinde seyircisinin de desteği ile çok iyi oynayan iki ekipten Jazz’ın, serinin ikinci maçında deplasmanda rakibinden bir maç çalması bu serinin kaderini belirlemiş oldu böylece.

Batıda playofflar başlamadan önce en çekişmeli geçmesi beklenen Nuggets-Jazz serisi birçok açıdan maalesef basketbol severleri hüsrana uğrattı. Serinin ilk maçında Memo’ nun sakatlanması ile bizim açımızdan kötü başlayan 6 maçlık maraton, her iki takımında savunmayı 2. plana atmasıyla daha çok bir normal sezon maçı izliyormuşuz hissi verdi bize. Son maçı kısaca özetleyecek olursak, ne Boozer, ne Melo, ne Chauncey, ne de playoffların en formda oyuncusu Deron ön plandaydı dün gece. Bu süperstarların arasından sıyrılan tek bir kişi takımını çift henaeli farktan maça ortak etti, ama onun bu çabası yetmedi galibiyete. Kim olduğuna yazı içinde de değineceğim, zaten maçı izleyenler anlamıştır kimden bahsettiğimi.

Maça değinecek olursak; Nene’nin yokluğunda ilk 5 başlayan Johan Petro, önceden de tahmin ettiğimiz gibi, faul problemine girene kadar Boozer’ı etkili savundu. İlk dakikalarda Deron Williams’ın seri boyunca yaptığı gibi transition hücumu ile sayılar bulan Jazz’a, Chauncey’nin hücumdaki etkili oyunuyla karşılık verdi Nuggets. Bu bölümde ürettiği sayıların yanı sıra arkadaşlarına da müsait pozisyonlarla kolay sayı fırsatı hazırladı Billups. Jazz, hücumda bir türlü organize olamayıp üst üste top kayıpları yapınca, yediği fastbreak sayılarıyla maçın hemen başında geri düştü. Oyunun bu bölümünde iki takım da set hücumunda durağan bir görüntü çizince ilk 6 dakika 12-8 Nuggets üstünlüğüyle geçildi. Bu dakikadan sonra, Sloan’ın yaptığı bir değişiklik maçın gidişatına yön verdi. Sloan, Fesenko’yu çıkarıp yerine Millsap’i alınca, savunmada Nuggets’ın ikili oyunlarını onun çabuk ayaklarıyla durdurup, hücumda da pas trafiğini daha iyi sağlamaya başlayan Jazz, yakaladığı seriyle 22-14 öne fırladı. Çeyreğin sonlarına doğru yalnızca Carmelo’nun eline bakıp, onun bire bir zorlamalarıyla sayı üretmeye çalışan Nuggets bunda başarılı olamadı, ancak sıkça serbest atış çizgisine gidip, JR Smith’in hücumda devreye girmesiyle sayılar buldu. Jazz cephesinde ise sürpriz bir şekilde ortaya çıkan Matthews, Nuggets’ın savunmada hiçbir çaba göstermemesinin de etkisiyle ilk çeyreğe 10 sayı sığdırarak, takımının 32-23’lük üstünlüğünde başrolü oynadı. İlk çeyrek adına dikkatimi çeken bir nokta da hemen her pozisyona kolay düdük çalan hakemlerin yönettiği bir maçta Carmelo’nun çeyrek boyunca nerdeyse hiç penetreye yönelmeyip sürekli dışarıdan el üstü şutlar denemesiydi.

İkinci çeyreğe kenardan gelen Ronnie Price ile sayılar bularak başlayan Jazz, farkı çeyreğin hemen başında 13 sayıya kadar çıkardı. Yine aynı bölümde Malik Allen savunması Boozer’ı durdurmaya yetmeyince üst üste boyalı alandan sayılar buldu Boozer. Bu dakikadan sonra parkede tam bir Joey Graham şovu izledik. İlk başta savunduğu Millsap’e top aldırmamasıyla aklıma not ettim ve maç sonunda iyi savunmasından dolayı kısa bir yer vereceğimi düşündüm yazımda. Fakat zaman ilerledikçe, yazımın esas kahramanı da yavaş yavaş belirlenmiş oluyordu. Savunmadaki katkısını hücumda art arda bulduğu 11 sayıyla süsleyen Graham, çeyreği de 17 sayıyla tamamlayarak farkı eritti ve maçı tek başına kafa kafaya getirdi. Bu bölümde Jazz’ın rehavete kapılmasıyla gelen top kayıpları ve Graham’ın insan üstü gayretiyle toparlanan Denver devreye yalnızca 2 sayı farkla 56-54 geride girdi.

İlk Yarıdan Notlar: Nuggets adına Graham ilk devreyi 10’da 8 saha içi isabetiyle 18, Carmelo 10 sayı ile tamamlarken, Jazz’da Matthews’ın 12, Deron Williams 11 sayı-5 asist’lik performansları göze çarptı. Denver’ın %46, Jazz’ın %56’lık şut yüzdesi hangi takımın daha gayretli savunma yaptığının da bir göstergesiydi bu devrede.

Üçüncü çeyreğin başında Denver’ın hareketli savunmasıyla birlikte hücumda bocalayan Jazz, sayı yollarında tıkandı. İlk yarının sonuyla beraber yakaladığı 22’ye 3’lük seriyle Nuggets uzun bir aradan sonra ilk defa öne geçti. Billups ile bulduğu üst üste 2 üçlük sonucu maçtaki kendi adına en büyük sayı farkına ulaşan Nuggets ilk 3 dakikayı 64-56 ile önde geçti. Çeyreğin geri kalan kısmı Lakers-Thunder maçının son anlarıyla çakıştığı için pek sağlıklı izleyemedim. Fakat izlediğim bölümde iki takım da sık sık serbest atış çizgisine giderek karşılıklı sayılar üretti ve son çeyreğe 83-80 Utah üstünlüğüyle girildi.

Son çeyreğe Carmelo ve Lawson ile hücumda etkili başlayan Nuggets, maç boyunca kafa olarak kendini oyuna veremeyen Kenyon Martin’in, kötü pick’n roll savunmasıyla, Boozer‘ın sayılarına engel olamadı. İlerleyen dakikalarda savunmada yaptığı yardımlaşmayla rakibine kolay sayı şansı vermeyen Utah, oyunda üstünlüğü ele geçirdi. Bu bölümde tamamen Carmelo’nun bire bir oyunu ve onun denediği zor şutlarla sayı bulmaya çalışan Nuggets, bunda da başarılı olamayınca fark yavaş yavaş açılmaya başladı. Hücumda bocalamanın etkisiyle sinirleri bozulan Denver oyuncuları üst üste teknik fauller almaya başladı, bu da Denver’ın maçtan koptuğunu belgeledi. Geri kalan bölümde rakibinin kendisini yakalamasına izin vermeyen Utah karşılaşmadan da 112-104 galip ayrılarak Lakers’in rakibi oldu.

Bulls, Heat ve Bobcats Balığa Çıktılar

Onlar zaten Mavs ve Blazers'dan önce çıkmışlardı balığa. Stephen Jackson harika olmuş gerçekten. Thunder ve Nuggets resimlerine de rastlarsam ekleyeceğim.





30 Nisan 2010 Cuma

30 Nisan Playoff Programı

1 Mayıs Cumartesi 02:00 / Atlanta Hawks - Milwaukee Bucks
1 Mayıs Cumartesi 04:30 (NTV) / Los Angeles Lakers - Oklahoma City Thunder
1 Mayıs Cumartesi 05:00 (NBA TV) / Denver Nuggets - Utah Jazz


Yazmayı unutmuşum. NBA Stüdyo gece 03:00'a koyulmuş. Bir hayli ilginç yani. Başka saat bulunamaz mıydı mesela koca haftasonunda?

Gecenin en ilgi çekici maçı esasında Hawks - Bucks bana göre. Nedeni çok kaliteli bir basketbol oynanması değil tabii, sürpriz ihtimali... Beşinci maçı yeni izleme fırsatım oldu. Bucks mükemmel şut atarak geldi buraya kadar, çok formdalar, iyi savunma yapıyorlar. Bunun üzenine Hawks'un bomboş atışları değerlendirememesi eklendi. Özellikle son maçın son 5 dakikasında rahat pozisyonları harcamış resmen Hawks. Yine maçın yakın geçmesini bekliyorum ama boyalı alandan hiç sayı üretemeyen Bucks'ın da yarı finale kalması bana göre hala sürpriz olacaktır. Ancak Hawks yine kritik yerlerde aptalca hatalar yapacak ve bomboş pozisyonları değerlendiremeyecek, kısacası Hawks "Ben istemiyorum sen geç turu" diyecek, işte o zaman turu atlar Bucks. Tamam Bucks'ın yaptığı savunmayı küçümsemiyorum, Bogut'suz belki hücumları düştü ama hala savunmadaki sertliklerini koruyorlar. Yine de dış şutla bir yere kadar gider bu iş, en azından tarihe baktığımızda bunu görüyoruz hep. Belki kimse şaşırmayacak şu noktada Hawks'un elenmesine ama ben o grupta olmayacağım. Zaten Hawks şu Bucks'a elenirse Woodson'ın basın toplantısında direk istifasını açıklaması gerekli diye düşünüyorum. Ayrıca Bucks kazanacaksa da inşallah yine Ersan'ın parmağı olur bu işte, önceki maçtaki çabaları, savaşçılığı harikaydı...

Nene oynamıyor bugün. Deplasmandaki iki maçta zaten yokları oynamıştı, savunmada ise Petro ile Andersen ondan daha iyiler. Belirtmeme gerek yok ama özellikle de Chris Andersen bu konuda çok farklı. İçeri girecek oyuncuları bir kez daha düşünmeye itiyor. İki takımda da sakatlar var. Nuggets da Utah gibi kenetlenecek gibi duruyor. Saçma sapan hücum fauller yaparak kendisini zora sokan Carmelo biraz kontrollü olabilirse ve kendini bulma sinyalleri veren Billups ile beraber bu seriyi çevirebilirler. Afflalo - Billups ikilisinin de Deron'ı biraz yavaşlatması gerekiyor tabii. İnanılmaz oynuyor Deron.

Thunder'ın Lakers'a 2-2 döneceğine neredeyse emindim ama bugün 3-3'ten aynı derecede emin değilim. Neden? Çünkü bu bir "var mısın yok musun" maçı. Thunder kaybettiği zaman sezonu sona erecek. Gençlik ateşi, enerji, seyirci desteği bunlar hepsi güzel ama baskıyı kaldırmak, eller titrerken o şutlarda isabeti bulmak başka birşey. Önceki 2 maçta Thunder'ı favori görsem de bu sefer %50'den biraz daha düşük ihtimal bence kazanmaları. Thunder en sempatiyle baktığım takımların başında geliyor fakat son maçta Bynum'ı ve özellikle de Gasol'ü kullanmayı akıl eden Lakers, Thunder'a karşı çözümü bulmuş gibi duruyor. Boyalı alanda fazlasıyla üstünler. Yeter ki iki uzunu beslemeyi, onlara top indirmeyi unutmasınlar. Bu avantaj ve tecrübe sayesinde ibre biraz Lakers lehine dönmüş durumda.

Mavericks - Spurs Serisi Son Maç (87 - 97)

Batı'nın sonuçlanan ilk serisi oldu “Teksas Serisi”. İki düşman rakip Dallas ve San Antonio her sezon kısmetten midir nedir, eşleşmeden duramıyorlardı. Bu sezon da ne yapıp ne edip 2 ve 7 numaralı koltuklara yerleşerek birbirlerini buldular. Ben de çoğu kişi gibi playoff öncesi tahminlerimi yaptığımda 4-2’ lik Dallas üstünlüğünü öngörüyordum ve kabul etmeliyiz ki son 3 senedir de Mavs’in mutlak üstünlüğü vardı. Kim bilebilirdi ki Spurs’un, NBA’in bu sezon deplasmandaki en başarılı takımlarından biri olan Mavs’i, hem de saha üstünlüğü rakip takımdayken eleyeceğini? Her ne kadar yedinci olsa da Spurs eski şampiyon olduğunu gösterdi. Dallas sezon sonundaki form grafiğine paralel elde ettiği ikincilik koltuğunun ağırlığını hiç kullanamadı. Bu takımın sezon ortasında yaklaşık 30 milyon dolarına mal olmuş bir Butler ve pota altında da Dampier’ın eksikliği nedeniyle Haywood hamlesi vardı; fakat playoffların ne kadar gergin bir ortam olduğu bu noktada anlaşılıyor. Ne paraya ne de başka bir şeye ihtiyacınız var. İhtiyacınız olan iki şey var bana kalırsa: İyi bir koç, fiziki ve ruhsal bakımdan hazır oyuncular. Paranın hiç mi önemi yok peki? Elbette var; ama bence yukarıda belirttiğim iki unsur paradan daha önemli. Mark Cuban için acı bir tecrübe oldu 2010 playoffları.

Öte yandan Dallas’ın son 4 sezonda 3 kez ilk turda elenmesi, takımın playofflardaki motivasyon sorununu gözler önüne seriyor. Acaba Koç Carlisle bu konu hakkında takımına ne gibi telkinlerde bulundu ya da bulunamadı da takım bu hallerde? Playofflarda Nowitzki dışında bir oyuncu söylememem ki beni basketboluyla tatmin etmiş olsun. Belki, özellikle bu maçtaki oyunuyla, çaylak Beaubois tanımlamamın dışında kalabilir; ama onların dışında hiçbir Mavs oyuncusunda zerre kadar hırs göremedim açıkçası. Dün gece aslında dişlerini birazcık sıktılar ve farkı 22’den toparlamayı başardılar. Zaten bu sezon 10 ve üstü sayı farkla geriye düştükleri 18 maçı kazanmışlardı. Nowitzki’nin üçlüğüyle 57-56 öne de geçtiler; fakat umursamazlık hastalığı o noktada da baş gösterdi ve bu skordan sonra bir 14-6’lık sayılık Spurs serisine ayak uyduramadılar ve üçüncü çeyreğin sonunda tekrar 7 sayı sayı geriye düştüler; tabi daha ilk çeyrekten farkın bu kadar açılmasında Nowitzki’nin, özellikle çaylak Gerorge Hill’in ekstra performasından ötürü erken faul problemine girip, tahmin edilenden daha çok süre kenarda kalmasının etkisi de vardı. Bu gibi bir çok mazeret öne sürülebilir; ama bu takımın peşpeşe 10 sezon 50 galibiyeti geçtiğini biliyoruz. Peki son 10 sezondur kaç kere final yapabildiler? Sadece bir. O zaman takımda bu dönemde tek büyük eksiklik var: Motivasyon. Takımdaki bu bezmişlik, Kidd’in şu seri boyunca arada kaybolup gitmesinden, Terry’nin tamamen yokları oynamasından anlaşılıyor. Butler’ı da bu iki yıldızın arasına rahatlıkla katabiliriz. O da son maç dışında ortalıklarda yoktu..

Spurs namına ise sevindirici noktalar var. Birincisi, artık bir üst turdalar. Karşılaşacakları rakip Phoenix. Serini değerlendirme yazısında daha sonra değineceğiz; fakat ben şimdiden önümüzdeki maçlar için bir tek söz söylemek istiyorum: “Spurs, Phoenix’e çok ters gelecektir” Bu nedenle daha başlamadan avantajlılar. Zaten NBA yorumcularının çoğu da Spurs’u şu an için avantajlı görüyorlar. İkincisi ise; seriler 7 maç üzerinden oynanmaya başlandığından (2003) beri, üst tura çıkabilen ilk 7. sıra takımı oldular. En son 1998’de 7.sıradaki New York, Miami’yi elemeşti; fakat o zaman seriler 5 maç üzerinden oynanıyordu. Buradan Batı’daki çekişme rahatlıkla anlaşılıyor. Doğu’da aynı çekişmeden ancak yarı finallerde söz edebiliriz ne yazık ki. Öte yandan Hill, takıma nasıl uyum sağladığını ve deneyimli oyuncuların yanında piştiğini artık iyiden iyiye belli etti. Parker’ın talihsiz sakatlığına rağmen, NBA’de ikinci sezonunu geçiren oyuncu onun kenardan başlamasının dezavantajlarını takımına hiç hissettirmedi. Dünkü maçta da yukarıda değindiğim 14-6’lık seride 5 sayıyı kendi üreterek, Mavs’in direncini kırdı. Zaten son çeyrekte de 4’te 4 isabetle 10 sayı bularak, maçın kritik anlarında yıldızlaştı. Büyük Üçlü’nün yanına 4. geleceğinin sinyallerini verdi. Zaten Spurs, maçın sonunda takım olarak 16 serbest atış daha kullandı. Hızlı hücumlardan 7 sayı daha fazla üretti ve de kayıp topların akabinde yaptıkları hücumlarda 22-4 üstünlük sağladı. Manu Ginoboli ve Tim Duncan’ın bu yaşlarına rağmen performanslarını ise göz ardı etmemek lazım. Dün gece Manu, 26 sayı, 5 asistle oynarken; Duncan ise 17 sayı,10 ribaund, 5 asist, 3 top çalma ve 3 blokla eski günlerinden bir kesit daha sundu. Zaten bu serinin kazanılmasındaki en önemli iki faktörü sayarsam: Biri Hill ise öteki kesinlikle Tim Duncan’dır. Dallas yaradı ona.

Spurs’ün 22 sayılık üstünlüğünden sonra özellikle 3. çeyrekte Beaubois ve Nowitzki’nin sayılarıyla geri gelen Dallas, 3. çeyreğin bitimine 4:57 kala bir sayıyla öne geçti; ama bu zamana kadar azami gayretle oynayan ve toplam 16 sayı üreten Fransız çaylak, Carlisle’ın tercihi nedeniyle son çeyreğin 9 dakikasında kenarda oturdu. Onun enerjisinden ve skor tehdidinden neden faydalanılmadı hiç anlam veremedim. Fark kapanmışken onunla başlanılacak bir son çeyrek, takıma dinamizm katardı. Ayrıca asistleriyle tüm takımı oyuna dahil edebilirdi. Maç sonunda bunu eminim ki koça sormuştur takımın deneyimli oyuncuları. Mavs’in süper yıldızı Nowitzki ise ilk yarıda 4 faul almasına rağmen takımının bu farkı kapatmasında başrol oynadı ve 25'i ikinci yarıda olmak üzere toplam 33 sayı yolladı Spurs potasına. Maçın başında özellikle George Hill'i durdurmak için aldığı iki faul saçma sapandı. Hele 2. çeyrekte fark açılmışken, maçtan kopmamak için 3 faulle oynarken yaptığı faul affedilir gibi değildi. Takımı ilk çeyrekte sadece 8 sayı üretirken 22 sayıya izin verdi. Bir noktadan sonra moral bozukluğuyla o da ne yapacağını bilemedi. Zar zor atabildikleri 8 sayı ve aynı şekilde ilk yarı sonucu sadece 34 sayıda kalmaları Dallas'ın playoff tarihinin kara kitabına geçti. Bu iki skor da playoff tarihindeki en düşük sayı istatistiği Mavericks'in.

Artık balığa çıktılar çıkmasına; ama Nowitzki bu sezon kontratındaki opsiyondan dolayı serbest kalabilir. Çoğu oyuncunun takımından daha yüksek paralar almak için bu yola başvurduğunu gördük; fakat Nowitzki takımını değiştirecek mi? En önemli soru bu. Ben pek ihtimal vermesemde önümüzdeki yıl için hedef büyülten takımlar, kapısını çalacaktır süper yıldızın. Maddi açıdan Mark Cuban'ı pek rahat bir dönem beklemiyor ne yazık ki!

Blazers ve Mavericks Balığa Çıktılar

Sezon biter bitmez soluğu denizde almışlar =)

Diğer takımlarla ilgili resim bulursanız paylaşınız.


Blazers - Suns Serisi 6. Maç (90 - 99)

İlk çeyreğinin bir kısmını kaçırdım, izlemeye başladığımda çeyreğin bitimine 5 dakika kala J-Rich tamamladığı alley oop’la 14. sayısını atmıştı. (Ben de sadece ilk çeyreğin 6 dakikasını izledim, çok sıcaktı J-Rich, transition ve fastbreak'lerde bulduğu üçlüklerle üretti bu sayıları - Can). O ana kadar Portland’ı hücumda epey zorlayıp skoru 19-8’e getirmişler. Geri kalan bölümde Nash 3 hücum art arda top kaybı yaparken Portland tempoyu yavaşlatmak uğruna bunları hızlı hücumda değerlendiremedi. Suns çeyreğin bitimime kadar sadece 5 sayı buldu ve Blazers’da Bayless 7 sayıyla takımını maça ortak etmek adına çabaladı. Fakat çeyrek bittiğinde Portland skoru anca 24-17’ye kadar getirmeyi başarmıştı.

İkinci çeyrekte 5 top kaybı olan Nash yerine Dragic ve bu sene izleyebildiğim Phoenix maçlarının bazılarında gördüğüm ve inanmakta güçlük çektiğim performansı bu bölümde de sergiledi. Bu periyotta yaptığı 8 sayı 3 asisti önemsemiyorum, başardığı en önemli şey dağılırmış gibi olan takımını toparladı. Bir bakıma onun sayesinde kenardan gelen Fernandez ve Webster’ın üçlükleriyle Portland'ın yakaladığı seriye rağmen Phoenix ekibi üstünlüğü rakibe vermedi. Sakatlığı yüzünden içeri giremeyen Roy, ilk basketiğini süre biterken salladığı üçlükle buldu. Onun dışında Miller’ın oyunda olduğu dakikalarda Roy’a gelen ikili sıkıştırmalar Blazers’ın hücumda tıkanmasına neden oldu. J-Rich bitime yakın attığı üçlükle 19. sayısına ulaşıp ilk yarının en skorer ismi olurken devre 53-41 Suns üstünlüğüyle bitti.

İkinci yarının ilk sayıları Batum’un üçlüğüyle geldi. İzlediğim bölümde kendisi hakkında yorumculardan bilgi gelmedi ama sadece 14 dakika saha kaldı ve tek şut kullandı. İkinci yarıya kadar fark etmemiştim bile açıkçası, büyük ihtimalle omzundaki sakatlığından az süre aldı diye tahmin ediyorum. Tabii Webster ve Fernandez’in iyi oyunlarının da katkısı vardır. Neyse maça dönelim. Phoenix sevmediği tempoda oynamasına rağmen farkı uzun süre 10’lu sayılarda tutmayı başardı, hatta Portland’ı hücumda çok zorlayıp skoru 66-50’ye kadar getirdiler. Ancak her şey çok güzel gidiyorken önce serbest atış çizgisinden bulunan sayılarla fark azaldı, savunma dengesi bir an bozulunca Webster’ın hançer gibi iki üçlüğüyle fark 4’e kadar geldi. Tam Blazers son çeyreğe rakibi paniğe sokup girme şansı yakalamışken ilk önce Dudley’nin basket faul olan üçlüğü, ardından Howard’ın yine Dudley’e ribaund mücadelesinde yaptığı faul gelince bitime 34 saniye kala 69-65 olan skor süre bitiminde 74-65’e geldi.

Ancak üçüncü çeyreği hüsranla kapayan Trail Blazers rakibe boyun eğmedi; Fernandez, Bayless ve Webster’ın üçlükleri ve Portland’ın üç atış kazandığı bir faul düdüğünün sığdığı ufak bölümde fark tek sayıya kadar indi. Hatta Aldridge 2’de 1 attığı serbest atışlarla skoru 76’da eşitledi bile ancak Suns savunmada yaptığı (ve yazıda değineceğim) hatadan vazgeçince Jason Richardson’ın 7 sayıyla önderlik ettiği 11-2’lik seriyle farkı tekrar 9 yapmayı başardı. Bitime 2:30 dakika kala Nash’in uzaklardan gönderdiği can yakan üçlük ve Amare’ye verdiği, maçta yaptığı tek güzel asistin ardından Portland’ın işi umutsuzca yapılan taktik faullere kaldı ve maç 99-90 deplasman ekibi lehine sona erdi.

Oyunculara geleceğim ama maden seri bitiyor, iki takımın koçlarına değinmemek olmaz. Öncelikle Nate McMillan’ı sezon boyunca uğraştığı tüm zorluklara rağmen takımı Playofflara taşıdığı için baştan tebrik etmek istiyorum. Takıma oturttuğu sistemle sakatlıkların üstünü olabildiğince iyi kapadı. Bu maçta Andre Miller’a sadece 19 dakika civarı süre verirken Roy’u (oyuncunun da isteğiyle) 37 dakika sahada tutması ne kadar faydalı oldu tartışılır ancak bu savunmada müthiş iş yaptıkları gerçeğini değiştirmez. Phoenix’in sadece 10 hızlı hücum sayısı atmasına izin vermesi zaten ufak bir bilgi veriyor. Ayrıca bu sene Nash-Amare pick’n roll’ünün bu kadar iyi savunulduğu tek bir maç izlemiştim, (bu seriden başka maç izlemedim bu arada) o da iki takımın normal sezonda yaptığı son maçtı. Yani bir tane bile yapabildiklerini hatırlamıyorum baştan sona. Gentry’den de bahsedeceğiz tabii ki. 37 yaşındaki oyuncusunun “takımın en iyi savunmacısı” olarak anıldığı bir kadroya defans prensiplerini sindirtmek zordur. Özellikle takımın ismi Suns ise. Kalkıp Phoenix süper savunma takımı oldu demeyeceğim tabii sopayla gelmenize gerek yok ama 3 sene öncesiyle aralarındaki fark bariz. Yine de Portland eksik bir ekip, asıl sınavlarını Spurs’e karşı verecekler. Herneyse, bu maçta Aldridge ve yeri geldi mi Roy’a sık sık ikili sıkıştırma getirdiler, daha önemlisi boşta kalan adamı da köşede unutmadılar. Normalde hücumda harcadıkları enerjiyi düşük tempo altında savunmaya yoğunlaştırdılar. Tabii McMillan da boş durmadı. Mesela 4. çeyreğin başında Aldridge-Webster-Bayless-Fernandez şutör dörtlüsünü sahaya çok iyi dağıtarak double team’ler karşısında Suns oyuncularının rotasyonda zorlanmasını sağladı. Fark da böyle kapandı zaten. Hemen ardından Gentry ikili sıkıştırmaları kesti doğal olarak. Hücumda ise Amare’yi iki pozisyon üst üste boyalı alan dışında pasör olarak kullandı ve Richardson’ın içeri devrilmesiyle neredeyse birbirinin kopyası basketler buldu. Savunma Amare’ye yoğunlaşmıştı çünkü kendisi daha önceki pozisyonlarda o bölgelerden içeri girip üst üste sayı üretmişti.
Özetlemek gerekirse ben mi fazla abartıyorum bilmiyorum ama iki koç arasında ufak bir taktik savaşı yaşandı yani.

Kısaca kişisel performanslardan bahsetmek gerekirse; Suns’ta Nash son dakikalara kadar epey kötüydü. Kendisi kalçasındaki ağrının rahatsız ettiğinden bahsetti. Ne kadar etkilemiştir bilemem ama bu sezon asistten çok (6) top kaybı(7) yaptığı ikinci maç bu. Amare 15’te 9’la 22 sayı üretti ama çoğu pozisyonunu kendi oluşturmak zorunda kaldığı için 5 de top kaybı yaptı. Dragic ve Dudley kenardan iyi katkı verdiler, Barbosa hala kayıp. Grant Hill savunmada çok iyi bu yaşta, artık sakatlanacak diye korkmuyorum izlerken. 3 sayı atsa da 2 top çalma 2 blok 12 ribaundla oynadı. Tabii yine maçı kazandıran kişi serinin en iyi oyuncusu J-Rich idi. 16’da 10’la 28 sayı yanına 7 ribaund 2 top çalma ekledi. Bir sonraki seride daha dişli Spurs’e karşı neler yapacak bilinmez ama bu Portland karşısında gördük ki Nash ve Stoudemire çok formda değilken onun iyi oynaması şart.

Portland’da Roy 14 sayıyla oynadı ama çok kötü gözüktü sahada. 16’da 4’le şut attı sadece, sakatlığın etkileri barizdi yani. Maçtan sonra “sezonu takım arkadaşlarımla beraber bitirdiğim için mutluyum” dedi ama ben oynama kararını hala doğru bulmuyorum. Aldridge’in de epey zorlandığını gördüm, 17’de 5’le 16 sayıda bitirdi maçı. Andre Miller yazıda da bahsettiğim gibi sadece 18 dakika süre aldı, 10’da 2’yle 4 sayı buldu. Takımı taşıyan tüm isimler benchteydi yani. Bayless çok iyi şut atamasa da 7 asistle dağıtıcı rolünü oynadı. Öyle topla fazla oynadığını da hatırlamıyorum. Webster toplamda 10’da 6, üçlük çizgisinin gerisinden 4’te 3’le 19 sayıya ulaşıp takımının en skorer ismi oldu. Fernandez 6 üçlük kullanıp 5’inde isabet buldu, 16 sayı attı.

Sonuç olarak Portland belki de yapabileceğinin en iyisini yaparak playofflara veda etti. Elenmelerine rağmen çabalarına rağmen tebrik etmek isterim kendilerini. Phoenix’i ise bir sonraki turda belalıları bekliyor. NBA’de kendilerine en ters gelen takım ve yine sevmedikleri tempo. Şimdiden kolay gelsin diyorum kendilerine, Portland’a göre çok daha zorlu bir sınav ama izleyenlerin zevk alacağı kesin.

Hep Destek Tam Destek



Popovich'in Yeni Filosu

Bu sabah oynanan Mavericks - Spurs maçının ikinci çeyreğinde alınan bir mola sırasında Popovich oyuncularına "Serbest atış kaçıran bana yeni bir araba alır" dedi. Bu molanın bir dakika sonrasında Parker "Ulan şimdi araba mı alacağız adama?" diye düşünürken 2'de 0 attı, ayrıca Popovich'in o sözünden sonra toplamda 8 serbest atış kaçırdı Spurs. Eh yukarıdaki arabaları da Popovich haketti...

Maç boyunca 19/31 isabetle faul atan Spurs (Duncan 1/7), Mavs'in farkı kapamasına, hatta 10 saniyeliğine öne geçmesine engel olamadı. Zaten Mavs ile de ilgili dikkat çekici bir istatistik bindi ekrana, bu sezon 10 sayı ve üzeri farklardan geriden gelerek tam 18 maç kazanmışlar. Çok ciddi bir rakam... Ancak Spurs maçı kritik yerlerde George Hill ve Parker'ın orta-uzak mesafeli şutlarda buldukları isabetlerle kazandı ve 4-2'lik skorla konferans yarı finaline çıktı. Suns ile eşleştiler. Daha tabii birçok detay var maçta ama benim yazacak vaktim yok, Yusuf maç yazısında değinecektir bunlara.

29 Nisan 2010 Perşembe

29 Nisan Playoff Programı

30 Nisan Cuma 03:00 (NBA TV) / Dallas Mavericks - San Antonio Spurs
30 Nisan Cuma 05:30 / Phoenix Suns - Portland Trail Blazers


Sonunda en güzel, en izlenesi seriden bir maç NBA TV ekranında. Kaçırmayın efendim. Ben de sabah erken kalkmam gerekse de, izlemeye çalışacağım. Pek vaktim yok maalesef yorum yazacak.

Jermaine O'Neal'ın Bitişi ve Robert Horry

Jermaine O'Neal ile ilgili 4. maç öncesinde ekranlara yansıyan istatistik buydu. Bu istatistiklerden sonra oynanan 2 maçta, 13'te 4 atmayı başararak(!) rekora ortak olamadı Jermaine. Toplam 21 sayı üretti 5 maçta. Jermaine'in bu sene Heat'ten aldığı para 23 milyon dolar. Takımların asıl amacının playoff olduğunu düşünürsek, attığı sayı başına 1 milyon dolardan fazla kazandı diyebiliriz Jermaine için. Ben de bu şartlarda NBA'e gitsem fena olmayacak... Jermaine'in 9/44 isabetle %20.5 şut yüzdesinde kalması bana direk Robert Horry'nin son senesini hatırlattı. NBA tarihinin en kritik şutlarına imza atan adamlardan biri olan Horry 38 yaşında hala NBA seviyesinde basketbol oynayabildiğini kanıtlamak pahasına adeta kendisini rezil ederek emekli olmuştu. Bir Spurs taraftarı olmama ve Horry'nin takımı resmen baltalamasına rağmen ona kızmaktan çok üzülmüş hatta acımıştım. O kadar çaresiz ve yetersiz kalıyordu ki parkede... Airball falan atmıştı 2-3 tane yanlış hatırlamıyorsam, özellikle Lakers serisinde sanki Phil Jackson'ın ajanı gibiydi. Playofflar boyunca %19.5 ile şut atmıştı. Şaka gibi bir rakam. Ama tabii onu Jermaine ile kıyaslamak yanlış olur, ondan zaten hiçbir beklenti yoktu. Jermaine ise farklı bir konumdaydı. Her ne kadar son 4 senede yaşadıklarıyla çoğu NBA sever onun hakkındaki beklentilerini minimuma indirmiş olsa da en azından kağıt üstünde (yaş olarak) henüz bitmiş değildi...

Kısacası Celtics serisinde bittiğini resmen duyurdu cümle aleme Jermaine O'Neal. Bir zamanlar "18 yaşında NBA'in en genç oyuncusu Jermaine O'Neal oldu, potansiyeli yüksek." diye okuduğumu hatırlıyorum (muhtemelen Fast-Break'teydi) ama Blazers'da Sabonis, Rasheed ve Brian Grant'in arkasında fırsat bulamıyordu. Daha sonra Pacers'a gittiğinde 2004'te takımın Doğu Finali'ne kalmasında büyük katkısı vardı. Prince'in Miller'a yaptığı ünlü blok olmasa belki de NBA Finalleri'nde Lakers'ın karşısına onlar çıkacaktı. Daha sonra 2005 The Palace olayı ve özellikle de diz sakatlıkları derken Jermaine O'Neal bitti. Artık zıplayamıyor ve dolayısıyla ribaund almakta zorlanıyor. Zaten üst seviyede olmayan post-up'ı iyice sınırlı hale geldi hatta yok oldu. Sadece sırtını dayadıktan sonra fade-away atıyor kısa veya orta mesafeli. Tabii sakatlıklar nedeniyle forma giyemediği onlarca maç da cabası. Bakalım bu sezon 5 milyon dolardan fazla verecek takım çıkacak mı kendisine, merakla bekliyorum...

Bucks - Hawks Serisi 5. Maç (91 - 87)

Dünkü maçı izledikten sonra Atlanta'nın nasıl Doğu 3. olduğuna anlam veremedim. Boston bu ünvanı çok çok daha hak etmiş onu anladım açıkçası. Bir önceki maç yazımda da bu takımın sorunlarına değinmiştim; ama Hawks'ın elinde koz olarak hem ev sahipliği avantajı vardı hem de Milwaukee'nin 2006'dan beri playoff yapamamış olmasının verdiği tecrübesizlik. Hadi onları geçtim, bu takımın hem hücumda hem de savunmadaki temel direği Bogut, 3 yerinden sakatlanmayı başararak sezonu kapatmıştı. Milwaukee'nin özellikle Philips Arena'da kaybettiği iki maçtan sonra bu turu geçmesine hiç ihtimal vermediğim gibi, bir maç alabilecekleri bile aklımın ucundan geçmemişti. Şimdi geldiğimiz nokta ise şu: 3-2 Bucks önde. Ev sahipliği avantajını da elde ettiler ve eğer bir sonraki maçta bir galibiyet elde edebilirlerse seri sonuçlanacak ve Orlando'nun karşısına çıkacaklar ikinci turda. Atlanta'nın deplasmanda playoffların en kötü takımı olduğunu biliyoruz; ama biz her yazının ardından en azından kendi evlerinde kazanırlarsa turu 4-3 alacaklarını savunuyorduk; ama tabiri caizse çaylak takımı büyük bir sürpriz yaparak deplasmandan bir maç çaldı ve hem Atlanta'nın ve hem Woodson'ın koltuğunu sallamaya başladı.

Bu seride şu ana kadar hiç bir takım deplasmanda galibiyet alamamıştı düne kadar. Bu konuda ilginç de bir istatistik gördüm: 5. maça kadar deplasmanda oynayan takım ortalama 11.3 fark yemiş, 3 sayı yüzdesinde sadece 29.5'te kalmış ve ortalama 10 sayı fazla hızlı hücumdan sayı yemişti. Dün ise Bucks takımı bu makus talihi değiştirdi adeta. 4 sayıyla maç kazandılar, %42.1'le üçlük attılar ve hızlı hücumlarda buldukarı sayılarda Atlanta'dan iki sayı öndeydiler. Maçın kilit noktaları özellikle bu üç istatistikle daha net anlaşılıyor.

Bu sene neredeyse her Milwaukee yazısında Jennings'in aşırıya kaçan liderlik isteğini konu ettik. Çoğu maçta kendi adını duyurma sevdası adına takımını yenilgiye sürüklemişti. Hatta bu seride de bir-iki maç yine normal sezondan esintiler gördük; fakat dün tek bir şey dikkatimi çekti onun adına. O da kazanma hırsı. Bazen bu hırsı takımına çok zarar veriyor; fakat dün tam tersine takımına özellikle müthiş bir ivme kazandırdı. Özellikle maçın sonlarında yakaladıkları 14-0'lık seride onun ve 37 yaşındaki Thomas'ın imzası vardı. Çaylak oyuncu bu performansıyla "Yılın Çaylağı" ödülü için kafaları kurcalamayı başardı. Belki bu sezon Bogut olmasa Bucks playoff yapamayacak, o da normal sezon içindeki gereksiz hırsı nedeniyle 2009 çaylakları arasında alt sıralarda kalacaktı; fakat şu da büyük bir gerçek ki, her ne kadar onu en çok eleştirenlerden biri ben olsam da son iki maçta tecrübeli bir oyuncu gibi oynayarak hem takımını oynattı hem de kendi oynadı. Deplasmanda aldıkları bu galibiyette takımı adına büyük takdir topladı (Ben de en sonunda beğendim çaylağı).

Takım adına maçın döndüğü nokta Kurt Thomas'dan geldi. Maçın bitimine 2:15 kala, en kritik zamada Atlanta takımının süper yıldızı Joe Johnson'a 6. faulünü aldırarak onu oyun dışı bıraktı. Her ne kadar JoJo maçın genelinde çok temposuz oynayarak, düşük isabetle şut atsa da bu oyuncuların özellikle maçın sonlarında ipleri eline aldığını biliyoruz. Johnson'ı o dakikalarda kenara yollamak maçın dönüm noktası oldu zaten. Bu arada onun da bu sezon hiç altı faul almadığını belirtmek gerekir. Ne yazık ki o da bugüne kısmetmiş. Bu arda "Yılın 6. Adamı" ödülünü alan Crawford kendinden hiç beklenmeyecek şekilde kötü oynadı dün gece. 18 şutunda 4 isabet bulduğu geceyi ödülün yarattığı heyecana bağlıyorum. 6. ve olursa 7. maçlarda bu performansının kat kat üstüne çıkacağı düşüncesindeyim.

Maçın bitimine 4:10 kala Atlanta 82-73 öne geçmişken, bu dakikadan sonra Bucks 14-0'lık seri yakaladı, bu süre içinde Atlanta 7 şutunda da isabet bulamadı. Zaten JoJo'nun da 2:15 kala kenara geldiğinden bahsetmiştim yukarıda. Maçın bitimine 19 saniye kala sayı orucunu Horford bozdu ve skoru 87-84'e taşıdı; fakat bu süre içinde en önemli katkı bana kalırsa milli oyuncumuzdan geldi. Ersan'ın Atlanta'nın sayı üretemediği 4 dakika içinde bulduğu zor bir basket ve çektiği hücum ribaundunun ardından sol köşede bekleyen Delfino'ya yaptığı asisti var. Delfino'yu o pozisyonda bulmak ve düşerken o pası vermek büyük mezhiyet. Zaten ardından gelen üçlükle beraber Bucks maçı rölantiye aldı ve 91-87'lik sonuçla kazandı.

Kilit Peformanslar:
Brandon Jennings 8/20 25 sayı, 4 ribaund, 3 asist
John Salmons 6/17 19 sayı, 6 ribaund, 5 asist
Luke Ridnour 5/7 15 sayı, 4 top çalma
Ersan 3/5 7 sayı, 7 ribaund

Al Horford 11/21 25 sayı, 11 ribaund, 2 blok
Marvin Williams 8/10 22 sayı, 4 ribaund, 2 blok

Jazz - Nuggets Serisi 5.Maç (102 - 116)

Maçın yorumuna geçmeden önce belirtmeliyim ki, bu seneki playofflarda izlediğim en kötü seri açık ara bu. Playoff maçından çok allstar maçı havasında geçiyor seri, takımlar kafalarına göre takılıyor, akıllarına estiğinde savunma yapıyor. Adam akıllı yaptıkları savunmaları toplasak yarım periyot ya eder ya etmez. Neyse bu konuda çok doluyum, en iyisi lafı fazla uzatmadan maçın analizine geçmek. Evinde oynadığı ikinci maçta saha avantajını kaybeden Denver adına ya tamam ya devam maçıydı bu. Utah için maç bu kadar önem arz etmese de, Denver gibi bir rakibi 5 maçın ardından eleyip, muhtemel rakipleri Lakers’tan birkaç gün daha fazla dinlenmek kayda değer bir avantaj olurdu açıkçası.

Utah hücumda, Deron Williams’ın oyunu mümkün olduğunca hızlandırıp transition hücumdan bulduğu sayılarla başlarken, Denver topu pota altına indirerek Nene ve Martin ikilisinin gerek yüzü dönük oyunlarıyla, gerekse gelen ikili sıkıştırmalar sonucu dışarıdaki boş adamı bulmalarıyla skor üretti. Fesenko’nun henüz maçın başında yapmış olduğu 3 top kaybı Denver hücumlarını yavaşlatan yegane faktördü, zira Denver adına bu dakikalarda savunmada arzulu görünen tek isim Chauncey idi, ancak ne yazık ki o da Deron Williams’ı savunduğundan, seri boyunca olduğu gibi çabaları ancak genç yıldızı yavaşlatmaya yetiyordu. Utah’ın bu çeyrekte Deron Williams’ın katkısı olmadan bulduğu sayı toplamı bir elin parmaklarını geçmedi. Çeyreğin ortalarında oyunda temponun artmasıyla birlikte iki takım da karşılıklı top kayıpları yapmaya başladı. Gönül isterdi ki bu top kayıplarında bari savunmanın etkisi olsun, ama maalesef nerdeyse tamamı bireysel ve basit hatalardan geldi. Savunmaları eleştiriyorum ama şu istatistiği görünce bana hak vereceksiniz: İlk 8 dakikada atılan toplam sayı 39 ve bunların 22si boyalı alandan geldi. Hadi Utah’ın pota altı savunması sene başından beri kötü, hatta yolgeçen hanı gibi, ama anlaşılan geride kalan 4 maçta Denver’ı da kendilerine benzetmişler. İlerleyen dakikalarda JR Smith’in oyuna girmesiyle birlikte savunmanın odak noktası olmaktan çıkan Melo, ilk basketini bitime 1 dakika kala bulabildi ve ilk çeyrek 27-25 konuk Utah üstünlüğüyle geçildi. Çeyrek boyunca %66 ile şut atan Utah, 6 top kaybı yapınca hücumda %45 ile oynayan rakibi karşısında yalnızca 2 sayılık üstünlük sağlayabildi.

İkinci çeyreğin başında, Deron Williams’ın kenara gelmesinin de etkisiyle savunmada biraz toparlanır gibi olan Denver, rakip uzunların potaya yakın topla buluşmasını önleyince Utah mecburen dış şutlara yöneldi. Ligin rekortmen şutörü Korver bu bölümde screen çıkışlarından boş şutlar bulsa da, bu şutlarda isabet elde edemeyince Utah ilk çeyrek skoruna kitlendi kaldı. Bu dakikaları çaylak Ty Lawson ve Melo ile tek tük sayılar bulsa da boş geçmeyen Denver yakaladığı 7-0’lık seriyle skorda üstünlüğü ele geçirdi. Deron Williams’ın yokluğunda yaklaşık 4 dakika boyunca sayı bulamayan Utah’ın hücumda bu oyuncunun eline ne kadar bağlı olduğunu bir kez daha görmüş olduk. Neyse ki fazla geçmeden Williams oyuna girdi ve Utah hücumda toparlandı. Bu bölümde bulduğu üst üste 9 sayıyla farkın 1’e inmesini sağlayan Boozer, çeyreğin ortalarına doğru bir pota altı mücadelesinde tamamen istem dışı bir ayak darbesiyle Nene’nin sakatlanmasına yol açtı ve böylece rakibleri Denver’ın da uzun rotasyonunu daraltmış oldu. Çünkü sakatlıktan sonra soyunma odasına giden Nene maça geri dönemedi. Çeyreğin sonunda Denver kısalarının el üstünden ve oldukça moral bozucu dış şutlarına engel olamayan Utah, Deron Williams’ın hücumdaki üst üste sayıları ve asistleriyle oyundan kopmadı ve devre 52-50 Utah lehine tamamlandı.

İlk Yarıdan Notlar: Deron Williams 17 sayı- 6 asist, Boozer 15 sayı-8 ribaund, Millsap ise kenardan gelerek 9 sayı üretti ve bu üçlü özellikle hücumda takımını sırtladı. Denver cephesinde ise Carmelo Anthony’nin 10 sayı-9 ribaunduna, Martin ve Afflalo’nun 8’er sayılık katkısı geldi.

İkinci yarıya Carmelo ve Billups’ın sayılarıyla oldukça hızlı girdi Denver. Utah ilk dakikalardaki şaşkınlığı üzerinden atıp toparlanana kadar da farkı 8 sayıya çıkardılar. Bu devrede Deron Williams’ı Afflalo, Matthews’i ise Billups ile tutmaya çalışan Denver karşısında, Matthews’in bu matchuptaki boy avantajını iyi kullanmasıyla sayılar buldu Utah. Çeyreğin sonlarına doğru Deron Williams’ın yorgunluğun da etkisiyle normalde atabileceği şutları kaçırmasına rağmen, kritik topları sokmasıyla son 3 dakikaya 1 sayı farkla geride giren Utah, bu dakikadan sonra rotasyonun dar olmasının sıkıntısını yaşamaya başladı ve rakibinin 6-0’lık serisine engel olamadı. İki takımında skor üretmekte zorlanmadığı bu çeyrekte rakibine 36-29’luk üstünlük sağlayan Denver, final periyoduna da 7 sayılık farkla önde girdi.

Son çeyreğe Ty Lawson ve Chris Andersen’in oynadığı ikili oyunlarla başlayan Denver’a hücumda iyi top çevirip doğru şutlar bularak karşılık veren Utah son 8 dakikaya 4 farkla geride girdi, ancak bu dakikadan sonra hücumda bocalamaya başladı. Seyirci desteğini arkasına alan Denver, JR Smith’in de devreye girmesiyle birlikte farkı uzun bir aradan sonra ilk defa çift hanelere taşıdı (104-94). Maçın son bölümünü de rahat bir tempoda götüren Denver, karşılaşmayı 116-102 kazanarak seride durumu 3-2’ye getirdi.

Maçtan Notlar: Bilmeyenler için kısaca hatırlatayım, geçtiğimiz günlerde kendisini ligin en iyi point guardı ilan etmişti Deron Williams. En iyisi mi o tartışılır ama ligin en formda point guardı olduğu kesin(yanlış hatırlamıyorsam seride 27 sayı-12 asist ortalaması vardı). Bugün de 34 sayı-10 asist ile takımının en etkili ismi oldu Deron. Ona en büyük destek 25 sayı-16 ribaunt ile Boozer ve kenardan gelerek 16 sayı-9 ribaunt ile Millsap’ten geldi. Denver’da ise kötü bir şut yüzdesiyle de olsa 26 sayı ve 11 ribaund üreten Melo, takımının bu kategorilerdeki en yüksek sayılarına ulaşan ismi oldu. Chauncey 21 sayı, Kenyon Martin 18 sayı-9 ribaunt, benchten gelen JR ise kritik anlardaki üçlükleriyle maçı 17 sayıyla tamamladı.

Serinin Gidişatı: George Karl'ın yokluğunun takımı bu kadar kötü etkileyeceğini tahmin etmiyordum açıkçası. Ama Dentley de gerçekten takıma hiç bir yarar getirmiyor. Ayrıca Nene’nin sakatlığı da serinin gidişatını etkileyecektir. Şu an bilmiyorum 6.maçta oynayabilecek mi, ama eğer oynayamazsa çok büyük kayıp olur Denver adına. Andersen ve Petro savunmada Nene’nin yerini doldurabilirler belki ama işin kötü tarafı seri boyunca az yiyen değil çok atan kazandı. Oynanan 5 karşılaşma boyunca yalnızca 2.maçta Utah 100 sayının altına düştü, bu istatistik de seride hücumun ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Şahsi fikrim Utah’ın, rakibi bu kadar zayıf bulmuşken evinde bu işi bitireceği yönünde.

28 Nisan Playoff Programı

29 Nisan Perşembe 03:00 (NBA TV) / Milwaukee Bucks - Atlanta Hawks
29 Nisan Perşembe 05:30 / Utah Jazz - Denver Nuggets

Bucks'ın 2. maçı kazanması şaşırttı biraz ama bunda Hawks'un vurdumduymaz oyununun da payı vardı. Bugün artık kaybederlerse dönüş olmayabilir. Joe Johnson izin vermeyecektir buna zira Bradley Center'da tek oynamaya niyeti olan oyuncuydu. Bucks'ın Hawks'daki 2 yaratıcı oyuncuyu kilitlemesi lazım.

Carmelo'nun yardım çağrısına Nuggets'dan kim cevap verecek? Karl gittiğinden beri aslan yerine kedi modunda oynamaya başlayan Billups mı? Yoksa Nene mi? Aslında takım halinde defansta birbirlerine yardım etmeliler. Hücumda Memo yokken daha sınırlı bir takım haline gelen Jazz'dan bile ortalama 112 sayı yiyorlar, hem de ortamın çok daha sert olduğu playofflar'dayız. Carmelo elenmek üzere olarak çıktığı karşılaşmalarda henüz galibiyet alamamış 0-6 durumda. Nuggets da 1994'ten beri böyle bir maçı kazanamamış hiç. Bugün trendin kırılmasını bekliyorum, yeter ki biraz defans yapmayı hatırlasınlar... Billups takıma "Playofflar'da elenmeye hazır değiliz" mesajı veriyormuş bu arada, çıkıp son 1 aydaki en iyi performansını göstermesi dileğiyle. Ayrıca "Deron Williams'ı ben savunacağım, daha sertim Afflalo'ya göre" demiş ama izlediğim 2 maçta Billups savunurken Deron çok iyi oynuyordu...

28 Nisan 2010 Çarşamba

LeBron'un Dirseği - 2


Link

Dün gece, Bulls - Cavs serisinin 4. maçında LeBron'un dirseği ağrıdığı için soyunma odasına gittiğine ve buna rağmen maçta harika şut attığına değinmiştim. Dün gece de bu yüzden maçın sonunda bir serbest atışı sol elle kullandı. Ama benim anlamadığım şey madem dirseğin o kadar ağrıyor neden taktik faul sırasında neden topu 2 saniye boyunca elinde tutuyorsun? Bazen LeBron James ile ilgili "Neden bir Michael Jordan kadar saygı göremeyecek insanlardan?" şeklinde eleştiri yazıları çıkıyor medyada, rakiplerine ve oyuna olan saygısının seviyesi de bir numaralı konu oluyor. Örneğin ligin son 5 maçında oynamaması da çokça eleştirildi LeBron ve bu tarz hareketlerde bulundukça, o yazılara daha çok malzeme veriyor maalesef... İlkini sağıyla atıp sokmasının hemen ardından solunu kullanması pek de hoş durmuyor. 40 saniye önce de yine sağıyla 2'de iki attığını hatırlatayım.

Ayrıca hayır bu olay Nowitzki'nin oyuna dönme ihtimali için sol eliyle serbest atışları atıp soyunma odasına gitmesiyle bir değil haliyle...

Neyse MR ve röntgen çektirmiş pazartesi günü ama birşey çıkmamış. "Ne olduğunu bilmiyorum bu yüzden rahatsız ediyor ama Clevelandlılar'ın içi rahat olabilir önemli birşey olduğunu zannetmiyorum" demiş LeBron. Bugün bir daha bakılacakmış durumuna. İyileşsin de Celtics'e karşı güzel bir seri izleyelim yazacaktım alışkanlık gereği ama Celtics'in durumuna bakınca aslında LeBron sakat sakat oynarsa ancak iyi bir seri olur gibi duruyor.

Enes Kanter - Calipari Röportajı (Türkçe - Study In America)

Study In America için Parla Alpan ikiliyi bir araya getirerek röportajı gerçekleştirmiş. Calipari ile konuşulan bölümün Türkçe altyazılı, Enes ile olan kısmın ise Türkçe olduğunun altını çizeyim. Muhtemelen birçoğunuz seyretmiştir ama ben biraz yorum katmaya çalışacağım... Henüz izlemeyenler de, izlemek için şuraya tık'layabilirler. Zannedersem Mete Aktaş'ın katkısıyla yapılmış röportaj. Parla Alpan'a da, ona da teşekkür ediyorum.

Calipari'nin dediklerinden iki şey dikkatimi çekti. Birincisi Kentucky Wildcats maçlarının Türkiye'de yayınlanması fikri çok güzel. Ancak gerçeğe dönüşme ihtimali herhalde oldukça az. Bir fikir vermek açısından: NCAA'in 14 senelik yayın hakkı daha yeni 11 milyar dolar civarına satıldı. Haber 3-4 gün önce çıkmıştı zannedersem. Bu hakların alınıp, yayınların Türkiye'ye gönderilmesi falan da ekstra maliyetler getirecektir. Kolay değil yani. Ayrıca Calipari'nin "Bunu söylemekten nefret ediyorum ama biz Lakers gibiyiz ulusal kanallarda yayınlanıyor maçlarımız" derken ki sırıtması gözlerden kaçmıyor. Buna ek olarak da Enes'in gelecek sene draft'a katılması konusunda kesinlikle ona destek olacağını söylüyor Calipari. Bazı 2. tura kalacak oyunculara "Burada kal kendini geliştir 1. turda seçil" şeklinde tavsiyede bulunuyormuş. Ama Enes'in zaten çok garip şeyler olmadıkça 2. tura kalması mümkün değil. Zaten bu sezon Kentucky'den draft'a giren Wall, Orton ve Cousins da ilk senesinin ardından ayrılan oyuncular.

Enes bölümünde ise dikkat çekici olan nokta hakkında yapılan "Fenerbahçe'yi bırakıp gitmesi hataydı" eleştirilerine bozulmuş olması. Haklı bence, niye 18 yaşındaki bir gencin hayatına karışıyoruz ki? Kaldı ki buyrun işte gittiği takım NCAA tarihinin en başarılılarından biri ve şimdiden 2011 draft'ında ikinci sıraya yerleşmiş durumda. Avrupa'da kaldığında bir Rubio kadar ses getirmedikçe ilk sıralardan seçilme ihtimali düşüktü. Onun kadar ses getirmesi için de zamana ihtiyacı olduğu açık. Çünkü Enes ne Fenerbahçe'de Avrupa'da ne Milli takımda oynamıyordu...

Calipari hakkında da "Oyuncuların istediklerini yapmalarına imkan sağlıyor, özgür bırakıyor" demiş Enes. Genç oyuncuların gelişmediğine dair eleştiriler okuduk Calipari hakkında ama şunu da görmemiz lazım ki, elindeki yetenekleri en iyi şekilde parlatarak NBA'e sunuyor. Örneğin Rose ve Tyreke Evans belki dış şutlarda sıkıntı çekiyorlar ancak bu onların seçildikleri sırayı etkilemedi. Ayrıca ben Enes'in bu sezon ilk 5'te gitmesine kesin gözüyle bakılan pivot Cousins'dan da yetenekli olduğunu düşünüyorum. Bu açıdan baktığımızda Calipari'nin elindeki yetenekleri NBA'e en iyi şekilde hazırladığına inanıyorum. Belki altyapılarına yeterince önem vermiyor olabilir, belki Enes Avrupa'da kalsa basketbolu daha çok gelişecekti ama eğer NBA'de oynamak istiyorsa doğru seçimi yaptı. Amerikalılar'ın gözü önünde önemli bir okulda oynayacak...

Son olarak da Enes daha önce söylediği gibi yine "Önce okumaya geldim ikinci hedefim basketbol" demiş. Okulu bitmeden draft olması halinde yazları şu anda Durant'ın yaptığı gibi öğrenimini tamamlayacağını belirtmiş. Örneğin ben NBA oyuncusu olsam çok büyük ihtimalle üniversiteye bir daha adımımı atmazdım ama bu Durant, Chris Paul, Westbrook ve Green gibilerini ve muhtemelen ilerde Enes'i takdir etmeyeceğim anlamına gelmiyor. Helal olsun hepsine.

Bulls - Cavaliers Serisi 5.Maç (94 - 96)

Evinde 3.maçı kazandıktan sonra biraz olsun umutlanan Bulls’a, bir sonraki maçta Lebron freni gelmiş, süperstar, yaptığı triple double ile hem takımına galibiyeti getirmiş hem de rakibinin hayallerini başka baharlara ertelemişti. Bu yüzden Bulls’un son maçta oldukça moralsiz olacağını hatta oyun disiplininden kopup fark bile yiyebileceğini düşünmüştüm, ama atladığım bir şey vardı. Oyuncular her ne kadar yetersiz olsa da, kapasiteleri oldukça düşük olsa da, rakip Lebron’lu ve şu an şampiyonluğun en büyük favorisi Cavaliers olsa da, ismi Bulls’tu bu takımın ve burası da playofftu.

Maçın başına her zaman olduğu gibi Shaq’a topu indirerek, onun sırtı dönük birebirini kullanmasıyla başladı Cavaliers. Ona ikili sıkıştırma geldiğinde de, dışarıdaki kısalardan birini görmesiyle, boş şut imkanı arıyorlardı takım olarak. Rakibin girmeyen şutlarında oyunun temposunu sürekli arttırma çabası içindeydiler ve fastbreakten sayı bulmaya çalışıyorlardı. Bulls ise iyi top dolaştırıp, orta mesafeli şutlarla (bu dakikalarda Cavaliers, bire birde etkili savunma yaptığı için içeriye pek drive edemediler.) skor üretme yoluna gidiyordu hücumda. Cavaliers’ın hareketli savunmasına ve iyi adam paylaşmasına rağmen el üstünden zor şutları sokan Bulls kısaları, bu sayede şimdilik fastbreak sayısı yemekten yırtıyordu. Cavaliers’ın Shaq’ı pota altında etkili kullanmasına ve daha kolay sayıya gidebilmesine karşın, serbest atış çizgisinde kötü bir performans sergilemesi, farkın açılmasını engellerken, yine aynı dakikalarda rakibini hafife almanın sonucu olarak üst üste gelen top kayıpları Bulls’u da cesaretlendiriyordu. Nihayet özgüveni yerine gelen Gibson’ın da devreye girmesiyle 14-12’lik üstünlüğü yakaladılar çeyreğin ortasında. İşte tam bu anlarda Jamison çıktı ortaya. Lebronvari bir performansla çeyreğe 14 sayı sığdıran Jamison takımının skor yükünü çekerken, ona karşılık Rose’un ikili oyun sonrası içeri penetreleri ve orta mesafeli şutlarıyla geldi. Ve ilk çeyrek 27-26 Cavaliers üstünlüğüyle geçildi. Bu çeyrekte Chicago’nun hiç top kaybı yapmaması ve Cavaliers’ın yalnızca Lebron’un son saniyede Deng’e yaptığı haricinde, faulunun bulunmaması, ev sahibinin, rakibi ne kadar hafife aldığının ve savunmada ne kadar isteksiz olduğunun bir kanıtı bence. Ama tüm bunlara rağmen çeyreği önde kapamaları da önemli bir artı. Bu çeyrekteki bir diğer dikkat çeken istatistik ise Cleveland’ın %66 saha içi isabetine karşılık, Chicago’nun %48’de kalması. Ancak özellikle hücum ribaundları ve rakibinin yaptığı top kayıpları sonucunda daha çok top kullanma şansı bulduğu için, Chicago skoru kafa kafaya götürüyordu.

İkinci çeyreğe çift oyun kurucu (Delonte ve Mo ) ile başlayan Cavaliers, hem hücumda daha iyi organize olmayı hem de olası top kayıplarını minimum seviyeye çekmeyi planlıyordu. Çeyreğin başında, tepede oynanan pick’n roller sonunda kısaların(özellikle Rose’un) içeri penetreleriyle sayılar bulan Bulls’a, Shaq’ın post up oyunlarından ürettiği sayılarla karşılık verdi Cleveland. Bulls kısalarının bu penetrelerini önlemek için, takımda ayakları en hızlı uzun vasfı taşıyan Varejao oyuna girdi. Ancak bu da çözüm olmadı, çünkü bu kez de yüksek posttan geri çekilerek el üstü şutları sokmaya başladı Derrick Rose. Çeyreğin ortaları, Bulls uzunlarının boyalı alanda paslaşarak bulduğu, Cleveland’ın ise Moon ile üst üste attığı şutlar ve ürettiği fastbreak sayılarıyla geçildi. Moon’un fastbreak sayılarının nerdeyse tamamı, savunma dozajının artmasıyla bocalayan Bulls’un yaptığı top kayıplarından geliyordu. Hücumda artık sıkıntı çekmeye başlayan Bulls, savunmada da geriye iyi koşamayınca fark 10 sayıya kadar çıktı ve mola geldi (50-40). Mola dönüşünde hücumda toparlandılar ve Deng’in üst üste bulduğu sayılara, etkili savunma da eklenince farkın daha fazla açılması önlendi. Bu dakikalarda yine Rose’un gerek doğru şut tercihleri, gerekse takım arkadaşlarına hazırladığı pozisyonlar, Bulls’un hücumda toparlanmasının başlıca etkeniydi. Ve ikinci çeyrek 55-48 ile geçildi.

İlk Yarıdan Notlar: Devre boyunca gözüme en çok çarpan nokta, Noah’ın son maçın aksine etkili olamaması ve yaptığı 3 kritik top kaybıydı, bu top kayıplarının hepsi Bulls potasına sayı olarak döndü. Bulls adına Rose 16, Deng ise attığı 12 sayıyla seri boyunca olduğu gibi bu maçın ilk yarısında da takımını hücumda sırtladı. Cleveland cephesinde ise Jamison’ın 20 sayıyla yıldızlaştığı bu devrede Lebron sağ kolundaki sakatlığın da etkisiyle fazla ön plana çıkmadı ve denediği 3 şutla ilk yarıyı 3 sayıda tamamladı. Benchten gelen Delonte ve Moon ile 15 sayı bulan Cavaliers’a, yalnızca 8 bench sayısıyla karşılık verebildi Bulls. İlk yarıya dair bir diğer dikkat çeken nokta da Cavaliers’ın fastbreakten bulduğu 15 sayı idi.

İkinci yarıya da Noah’ın top kayıplarıyla başladı Bulls. Ancak hücumda iyi top dolaştıran Cavaliers karşısındaki gayretli savunmaları bu bölümde sayı yemelerini ve maçtan erken kopmalarını önledi. İlerleyen dakikalarda sabırlı hücum eden Bulls, doğru adamları da bulunca hücumda daha rahat sayı bulmaya başladı. Bu bölümde Rose’un ilk yarıdaki gibi sıcak elle başlaması sonucunda fark yavaş yavaş eridi. Bu dakikalarda Varejao’nun hücum ribaundlarındaki gayreti ve bulduğu ekstra sayılarla hücumda tutunan Cavaliers, farkın kapanmasına engel olamıyordu. Çeyreğin sonlarına doğru Cleveland, Chicagon’nun hareketli savunması karşısında hücumda oldukça zorlandı. Noah’ın hücumdaki top kayıplarına rağmen yaptığı müthiş pick’n roll savunması ve kaptığı toplar hem takımını ateşledi, hem de Bulls’un, fastbreakten kolay sayı şansı bulmasını sağladı ve çeyreğin son dakikasında uzun bir aradan sonra ilk defa öne geçmeyi başardı Chicago(71-70).

Son çeyreğin başında, Shaq’ın savunmasındaki Miller’ın yaptığı üst üste faullerden sonra, onu tutması için Noah’ı görevlendirmek zorunda kaldı Del Negro. Bu da Cavaliers’ın tepede daha rahat ikili oyun oynaması anlamına geliyordu. Hinrich ile sayılar bulan Bulls, savunmada Shaq’a çare üretemeyince oyunun kontrolünü ele geçiremedi. Shaq’ın 5. faulunu alıp kenara gelmesiyle pota altındaki etkinliği son bulan Cavaliers’te bu kez de devreye Lebron girdi. İçeri zorlayarak sayı bulmasa da faul alıyordu Lebron oyunun bu bölümünde. Rakibinin iyi savunması karşısında zor şutları yorgunluğun da etkisiyle girmeyince hücumda bocalamaya başladı Bulls. Bu bölümde özellikle Taj Gibson ile hücum ribaundlarını toplamayı ve ikinci şans sayısı üretmeyi başardılar. Ancak boş şutlardan yararlanamadılar ve Jamison’ın üçlüğüyle, bitime 4 dakika kala 9 sayı farkla geri düştüler. Bu dakikadan sonra herkes gibi ben de maç bitti diye düşünürken inanılmaz bir karakter ortaya koyup Deng ve Rose’un üst üste bulduğu sayılarla skoru 93-92’ye getirdi Bulls. Ancak son dakikada tecrübesizliklerine rakibinin etkili savunması da eklenince karşılaşmadan 96-94 mağlup ayrıldılar.

Maçtan Notlar: Seri boyunca takımının hücum yükünü sırtlayan ikiliden Deng 26 sayı, Rose ise 31 sayı-6 asistle yine yıldızlaştı, ancak bu performanslara takımdan destek gelmeyince mağlubiyet kaçınılmaz oldu. Cavaliers cephesinde ise Jamison ikinci yarıda suskun olsa da attığı 25 sayıyla takımının topscoreri oldu. İlk üç çeyrek boyunca ortalıkta görünmeyen Lebron, son dakikalarda hücumu tek başına toparladı, takımının zorlandığı dakikalarda aldığı savunma ribaundlarıyla rakibe ikinci şans sayıları vermedi ve maçı 19 sayı-10 ribaund-9 asist ile tamamlayıp üst üste ikinci triple doubleını 1 asistle kaçırmış oldu. Shaq için ise, Cavaliers’taki hatırladığım kadarıyla en etkili maçını oynadı diyebilirim. Pota altını belli aralıklarla domine etti, rakip uzunları faul problemine soktu ve karşılaşmayı 14 sayı-8 ribaund ile bitirdi.