BIY AD

29 Mayıs 2010 Cumartesi

NBA Finalleri HD Kalitesinde

NTV bir süre önce D-Smart HD bünyesine katılacağını açıklamıştı HDen kanalı adı altında. Önümüzdeki hafta içinde yayına başlayacak HDen kanalı. Aldığım bir bilgiye göre Perşembe gecesi başlayacak ve NTV'den canlı izleyeceğimiz NBA Finalleri de HD olarak yayınlanacak. D-Smart'ı olanlar HDen'i 116. kanaldan izleyebilecekler. Çok güzel bir gelişme, D-Smart UEFA maçlarını şifreli yayınlayarak büyük tepkiler çekse de HD kanallar bakımından iyi hamleler yapıyor. Bana göre Digiturk'ün de önüne geçtiler HD yayınlarda. Ben de keşke D-Smart'ım olaydı da o kalitede izleyebilseydim NBA Finalleri'ni diyorum.

Buna ek olarak CNBC-e dizileri ve NTV ile NTV Spor'un yayınlayacağı basketbol - futbol maçları da HD kalitesinde yayınlanacak artık. Buna 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası da dahil.

NBA Finalleri'ni 200-250 kişi falan HD izleyebilecek koca ülkede herhalde =) ama duyurmuş olayım.

Celtics - Magic Serisi 6. Maç (96-84)

Bu adamın olası bir hüsrana uğramış bench sahnesi dışında fotoğrafını koyacağımı hiç düşünmezdim. Aynı Doc Rivers dışında neredeyse kimsenin kalkıp serinin en önemli maçını Celtics’e kazandıracağını düşünemediği gibi. İtiraf edeyim, Cleveland serisi bittikten sonra “Boston kupayı kaldıramazsa büyük ihtimalle House-Robinson takasından dolayı olur” diyordum. Henüz her şey bitmedi; o yüzden hala erken ancak şimdilik görüntüdeki Nate Robinson, Celtics’e 6. maçı kazandıran ivmeyi veren isim olarak anılacak.

Yaptıkları kağıt üzerinde ona göre sürpriz ama pek etkileyici değil aslında. Hiç bir şey okumayıp boxscore’a bakan biri sayıların maç koptuktan sonra geldiğini bile düşünebilir. Ancak durum bunun tam tersi. Maça çok iyi başlayan Rondo, potaya gidip faul aldığı bir pozisyonda çok ters düşüp (daha kötü sakatlanmaktan ucuz kurtularak) belini incitince Doc Rivers rotasyonun dışına çıkıp Nate Robinson’ı oyuna aldı. Fırsat bu fırsat diyen Robinson akıl almaz şekilde iyi şut atarak ikinci çeyrekte farkın 20 sayıya kadar gelmesini sağladı. Yaptıklarını şöyle bir bakınca doğrular olsa da genelde şut tercihlerinin “du bakalım” şeklinde atılanlar kategorisine girdiğini görüyoruz. Ama bir çeyrekte 6’da 4’le 12 sayı atıp daha devrenin bitmesine 5 dakika kala takımını 50-30 öne geçmesini sağlayınca eleştirilmek zor oluyor. Belki bu gece hücumuyla konuşulacak ama savunmasının da üzerini çizmek isterim. Maça iyi başlayan Jameer Nelson’a öyle baskılı savunma yaptı ki, Nelson istediği gibi topla oynayamadığı için oyundan soğudu ve maçın geri kalanında hiç etkili olamadı. Yine de Doc Rivers akıllı davranıp 13 dakikadan fazla süre tanımadı kendisine.
Maç bittikten sonra “en önemlisi onu kullanmadığımız bunca maçtan sonra hala oyunun içinde kalıp katkı yapabilmesi” şeklinde bir açıklama yaptı Rivers. Katkı yaptığı kesin ama tüm maçı müthiş disiplinli oynadığını söylemek zor. Nate Robinson sonuçta. Tabii bu sezon içinde D’antoni’den aldığı uzun cezanın ardından 40 küsür sayıyla geri döndüğünü de hatırlamak lazım, bu bakımdan bir ünü oldu kendisinin.

Robinson’ın kazandırdığı ivmeyi saymazsak, Celtics’in kazanmasının belki den en önemli nedeni üç sayı çizgisinin gerisinden buldukları isabet oranı. Maçı 22’de 10’la kapattılar ama ilk yarıda, özellikle şut atmayı unutan Magic’le karşılaştırıldığında bu sayı daha da etkileyiciydi. Tabii bir de Paul Pierce var. Kendisi 45 dakika sahada kalıp, 5’te 4’le attığı üçlüklere 13 ribaund 5 asisti de ekleyerek liderlik nasıl yapılır gösterdi. 31 atmasında (bazısını bildiğimiz Paul Pierce şeklinde abartarak aldığı) 10’da 9 serbest atış isabeti bulması da etkili. Ona en büyük yardım 20 sayı atan Ray Allen’dan geldi. 3. çeyreğin başında attığı iki üçlük maçın kilit anlarındaydı.

Celtics’in maçı sertleştirmeye yönelik çabalarını unutmamak lazım. Mesela Garnett ilk çeyreğin başlarında kendisini eliyle kontrol eden Howard’a iki tane sert yumruk attı. Şuradan izlenebilir pozisyon. Hakemler hem Howard’ın savunma faulünü hem de Garnett’in sportmenlik dışı hareketini sadece hücum faulle geçiştirmeyi tercih ettiler. Garnett yine antipatik bulunacaktır çoğu kişi tarafından haklı olarak. Ama playoffların ilk maçında aldığı cezadan sonra bu tavırlarını azalttı aslında. Bu sezon kendisini gözlemleyenler aradaki farkı anlayacaktır. Tabii benim için kendinden güçsüz oyunculara dayılanmadıkça sorun yok orası ayrı mesele. Sertlik konusuna geri dönmek gerekirse, maç içinde yaşanan birkaç olay dışında düşündüğüm kadar kavga-dövüş geçmedi. Farkın açılmasının da payı büyük…

Gelelim Magic’e. Kağıt üzerinde Celtics’ten iyi şut attılar %43’e rağmen ama hücumda büyük sorun olduğu apaçık ortadaydı. Takımca alışıldık Magic hücumundaki pasları yapamadılar bir kere. Yani doğru tercihleri geçtim öyle berbat paslar vardı ki kaleci olmak gerekir yakalamak için. Ayrıca Celtics’in farkı açmasının temel sebebi bu paslar değil, asıl bu kadar berbat hücumların sebebi Celtics’in farkı açmasıydı. Baskı altında ezildiler yine yani. Carter üzerine yapışan etiketi atmak için baya çabaladı; hatta ilk maçtan sonraki en iyi performansını sergiledi ama o da istediği katkıyı sağlayamadı. Daha iyi oynasa da takımına fazla yardığı olacağını düşünmüyorum ben. Bir kere karakteriniz dışına çıktınız mı buralarda maç almak zor oluyor çünkü. Bunu Lakers için bile gördük. İlk yarının sonunda da maçın sonunda da farkı azaltmayı başardılar ama bir noktada berabere getirseler bile maçı kazanacak gibi durmuyorlardı. Robinson’ın kendisini bezdirdiğini söylediğim Nelson 4 asist 5 top kaybıyla oynadı. Takım olarak 14 asist 12 top kaybıyla oynadılar zaten. Lewis maçın başında çabalamasına karşın çabuk düşüp hiç katkı veremedi, 11’de 3’le 7 sayıda kaldı. Kazanmayı biraz da olsa hak eden biri varsa o isim Howard'dı. O da iyi savunulmasına rağmen 28 sayı 12 ribaund’a imza attı kendisi ama bu sefer de savunmada erken faul problemine girdiğinden dolayı çok etkili olamadı. Savunma demişken, felaket olmasalar da sınıfta kaldı yine Orlando. Yani Boston’ın %42.7’de kalmasının sorumlusu onlardan çok maç sonunda Celtics hücumunun saçmalaması. Takımın savunmacısı ilan edilen Barnes hiç oyunda yoktu mesela. Boston hücumuna karşı işini en iyi yapan serinin genelinde olduğu gibi Redick’ti ama o da 7’de 2’yle hücumda etkisiz oldu.

Sonuç olarak Orlando yüzüp tarih yazmanın kuyruğuna geldiği seriye bu gece veda etmek zorunda kaldı. 4-2 bitmesine rağmen böyle söylüyorum çünkü serinin ilk üç maçıyla sonraki iki maçı tamamen alakasızdı. Kaybettikleri maçların dördünü de sonuna kadar hak ettiler ayrıca. Bir kesim Boston’ın sezon içindeki uyurgezer haline büründüğünü ve bundan öyle kolay kurtulamayacağını düşünürken Celtics onları haksız çıkarmak için elinden geleni yaptı ve seriyi burada bitirdi. Ben diğer serinin 7. maça kalacağını düşünüyorum. Eğer favori Lakers finale çıkmayı başarırsa ilginç bir seri olacak gibi. Maç sonu oynamayı garip şekilde beceremeyen Celtics karşısında Kobe’yi, şu ana kadar hiç sert savunma görmemiş Lakers da karşısında bu konunun pirini bulacak. Ama Rondo vs. Nash’i tercih ederim ben.

28 Mayıs Playoff Programı

29 Mayıs Cumartesi 03:30 (NTV) / Boston Celtics - Orlando Magic

Nelson'ın son 2 maçtaki gibi oynaması gerektiğini söylememe gerek yok herhalde. O agresifken ve Dwight'ı oyuna sokarken Magic daha bir Magic'e benziyor. İlk 3 maçta ise Magic'i geçtim Knicks'e bile benzemiyorlardı neredeyse (abartı sanatı). Kaan Kural, NBA Stüdyo'da Rondo-Nelson eşleşmesinden bahsetmişti bu eşleşme çok önemli elbette bunun yanında Dwight Howard'ı da es geçmeyelim. Konsantre olduğu zaman ve istediği yerde topu almayı kafasına koyduğu zaman neler yapabileceğini gösteriyor. Dwight demişken, son maçta onun dirsek darbesiyle beyin sarsıntısı geçiren Glen Davis oynayacak maçta. Rasheed'in ise belindeki sorun ciddi, dün oturamıyormuş bile. Maç saatinde belli olacak oynayıp oynamayacağı. Glen Davis'in yediği dirsek konusunda psikopat Boston yazarlarından Ron Borges "Kevin McHale'ın Rambis'i yere serdiği gibi, Celtics Dwight'ı da yere sermeli, attığı dirseklerin bir karşılığı olduğunu bilmeli" diye bir yazı yazmış. Sanki Dwight bilerek vuruyor da bütün dirsekleri hakemler aval aval bakıyor... Neyse böyle birşey olacağını hiç sanmıyorum. Ama iki takım için de artık inanılmaz kritik bir maç haline geldiği için bu geceki mücadele, The Garden'da tansiyon biraz yükselebilir. Nelson ile Dwight'ın elinde yani 3-3 ve muhtemel tarihi 3-0'dan dönüş. Rasheed'in belindeki rahatsızlık nedeniyle, Perkins'in erken faul problemine girmesi en tehlikeli şey belki de Celtics için.

28 Mayıs 2010 Cuma

Hidayet: Toronto'ya Dönmek İstemiyorum

NBA Stüdyo'da az önce Toronto'ya dönmek istemiyorum diye açık açık söyledi Hedo. Bunun ardından menajerinin Raptors kulübü ile görüştüğünü söyledi ve "Umarım en yakın zamanda bir haber çıkar" dedi. Yani kısacası takasını istiyor kulüpten. Üstüne de şunları ekledi: "İnşallah takas olursam, beni iyi kullanabilecek, yeteneklerimden maksimum yararlanabilecek bir takım gitmek isterim"

Bu kararının ardında sezon içinde çıkan "Hasta olduğunu söylerken maç sırasında gece kulübündeydi" şeklinde çıkan haberin ve Raptors yönetiminin bu haberi yalan yere çok büyütmesinin olduğunu söyledi. Aslında Hedo maçı salonda izlemiş, maçtan sonrada takı markadaşları bir kafe/barda otururlarken 15-20 dakikalığına yanlarına uğramış.

O kontratla ve bu sezon çizdiği form grafiğiyle (hele yaşını da göz önüne alınca) Hidayet'in takas edilebilme ihtimali pek yüksek değil. Umarım Raptors onu kabul edecek ve güvenecek bir kulüp bulur ama önce Hedo biraz eski Hedo gibi oynayabileceğini göstermeli. Programdaki konuşmalarından Toronto'yu kafasından sildiği anlaşılıyordu. Takas gerçekleşmezse mutsuz olduğu bir yere lanet ederek dönecek. Belki de hergün kendi kendine söylenerek geçirecek "Ne işim var burada?" diye.

Ne diyelim inşallah olur takas. Ah işte Hedo ah. Portland'la anlaştığında ne güzel bir yazı yazmıştım zamanında. Ne kadar sevinmiştim. Üstelik NBA Stüdyo'da kendin de söyledin "Portland beni Magic'teki gibi kullanmak istiyordu." diye. Daha ne istiyordun? Batı'nın gücünden mi korktun nedir? Raptors'a gittiğinde ise "Bosh büyük ihtimalle ayrılacak niye gidiyorsun?" demiştik. Yeniden mutlu olacağın bir takıma gidebilmen dileğiyle.

Hemen bir senaryo yazayım. Bosh da ayrılırsa (%99 ayrılacak diyebiliriz) Raptors yeniden yapılanmaya gidebilir bu da biten kontrat kabul etmek zorunda kalmalarına neden olabilir Hidayet'e karşılık. Eh kadrosuna iki tane süper yıldız katması beklenilen Knicks belki Curry'nin biten kontratı karşılığında Hedo'ya göz dikebilir mesela. Ama Knicks'in kadrosu (kısa forvette muhtemelen Gallinari ve muhtemelen LeBron olacak) ne kadar iyi bir uyum sağlar Hedo'ya bilmiyorum. Ama D'Antoni'nin sisteminde LeBron atıyorum uzun forvete kaysa bir hayli ilginç bir takım izleriz. O sistemde Hedo'yu düşünmek istedim bir an için, aklıma bu geldi. Tabii şunu unutmamak lazım ki, bu tarz bir takas olacaksa da sezon ortasında olma ihtimali çok daha yüksek. Yukarda bahsettiğim gibi Hedo önce biraz güven aşılamalı onunla ilgilenebilecek takımlara veya inanılmaz bir dünya şampiyonası geçirmesi de etkili olabilir...

2010 Draft Değerlendirmeleri: Devin Ebanks (West Virginia, SF/PF, 6-8)

Diğer değerlendirmeler: John Wall, Evan Turner, DeMarcus Cousins, Wesley Johnson, Derrick Favors, Al-Farouq Aminu, Xavier Henry, Hassan Whiteside, Damion James.

Nba finalleriyle bizim okulun finallerinin çakışması sonucu biraz yoğun bir tempoya girmiş olacağım. Bu sebeple draft yazılarımın sıklığı azalacak, ancak yine de elimden geldiği kadarıyla oyuncu tanıtımlarına devam edip bu konuyu güncel tutmaya çalışacağım. Drafta 27 gün kaldı ve o güne kadarki hedefim bu yazı dizisini en az 20 oyuncuya tamamlamak. Sıradaki isim Devin Ebanks.

Deniz Kılıçlı’nın da formasını giydiği West Virginia’da oynayan Devin Ebanks, bu sezon kolejdeki ikinci yılını geçirdi ve D.Butler-K.Jones ikilisiyle birlikte takımını konferans şampiyonluğuna taşıyan oyuncuların başında geldi. Orta mesafe şutu oldukça iyi, ayakları hızlı ve takım oyununu iyi oynuyor. Bob Huggins’in yetiştirdiği diğer isimler gibi, Ebanks’in de atletizmi pozisyonuna göre müthiş. Kolej liginde 3 ve 4 numaralı pozisyonlarda oynadı. Boyu 2.03 diye ligde 4 numara oynayamayacağını düşünenler için, Bob Huggins’in tedrisatından geçmiş ve şu an ligde pf pozisyonunda oynayan isimleri hatırlatalım: K-Mart, Joe Alexander, Jason Maxiell.

Geçelim eksilerine; Hücumda zaman zaman çok siniyor, oyunda olduğunu bile unutturuyor bazen. Bu sebeple özellikle konferans turnuvasında Jones ve Butler’ın çok gölgesinde kaldı ve mock draftte de büyük bir gerileme yaşadı. Ayrıca dış şutu çok kötü. Bu sene 12sayı- 8ribaund ortalamasıyla oynadı. Corey Brewer’e benzetiliyor. Kolej ligindeki oyunu bana Lamar Odom’u hatırlatıyor, fizik olarak benzemese de. İlerde en iyi ihtimalle onun gibi tamamlayıcı oyuncu olabileceğini düşünüyorum.

Kobe Beni Hasta Etti


Link

Los Angeles'taki bir restoranda yediği yemekten sonra hasta olan ve dün geceki maçta da kendisini kötü hisseden Alvin Gentry, birkaç kez çöp kovasına kusarken yakalanmış. Basın toplantısında da bu durum "Kusarken yakalandınız" diye kendisine aktarılınca "Yakalandım mı? O zaman herkese Kobe Bryant'ın beni hasta ettiğini söyleyin" şeklinde karşılık vermiş. Bilmeyenler için Kobe 30 sayı, 11 ribaund, 9 asist ve 4 blokla oynadı dün gece...

Gentry ayrıca şunları eklemiş: "Çöp kovasını bench'e getirmemelerini söylemiştim çünkü orada kusarsam bütün kameraların beni çekeceğini biliyordum. Zaten kendimi tutabildiğim sürece kusmamaya çalıştım."

Phoenix'e getirdiği yenilikleri, sistemin üzerine koydukları ve gerçek bir zirveye oynayan takım yaratması zaten onu özel yapan şeyler. Ama bu tür takımına ve basketbola bağlı olan oyuncuları ve koçları ayrı bir seviyorum. Ayrıca basın toplantısındaki Kobe esprisi de sempatikmiş.

Lakers-Suns Serisi 5. Maç (103-101)

Maçın son dakikasına kadar kafamda tasarladığım yazının girizgahı, kahramanları son dakika içerisinde iki kere değişti. Suns’ın kazanması halinde kırılma anı, o ana kadar 5’te 0 üçlük atan J-Rich’in bitime 3 saniye kala süper şansıyla bulduğu inanılmaz panyalı basket, Lakers’ın kazanması halinde ise Derek Fisher’ın kritik anlarda sol dipten yolladığı iki uzak mesafeli şut olacaktı güya. Ama gelin görün ki hiç hesapta olmayan Artest son saniye basketiyle, hem de maç içerisindeki yalnızca 4. sayısını atarak karşılaşmaya noktayı koydu, belki Lakers’ı ipten aldı, belki de şampiyonluğun kaderini bile değiştirdi. Bir Suns taraftarı olarak boğazımda kocaman bir yumru ile “I love this game” deyip maç değerlendirmesine geçiyorum.

Her horoz kendi çöplüğünde öter derler ya aynen o şekilde geçiyor seri. İlk çeyreğin sonlarına doğru ele geçirdiği skor üstünlüğünü maçın sonlarına kadar genellikle 15 ile 5 fark arasında korudu Lakers ve son dakikalarında ecel teri dökse de, karşılaşmadan 103-101 galip ayrılarak saha avantajını rakibine kaptırmadı.

Gelelim maçın ana hatlarına: Suns, oyunun genelinde yine alan savunması yaptı, ancak bu savunma taktiği önceki maçlara göre daha iz işe yaradı, çünkü Odom’ın Lakers hücumlarında yüksek posttan buluştuğu hemen her top sayı olarak döndü Suns potasına. Lakers en azından bu maçlık alan savunmasının çözümünü bulmuş gibi göründü. Ayrıca ev sahibi ekip, müthiş bir boyalı alan savunması yaptı. Özellikle Amare’nin drivelarını çok iyi savundular maç boyunca.

Suns yedekleri iki farklı devre oynadı bu gece. İlk yarı Lakers adına farkın açılmasının temel sebebi onlardı. İkinci çeyreğin ilk 5 dakikasında 5 top kaybı yaptılar ve fark bu sayede çift hanelere kadar ulaştı. İkinci yarıda ise farkın kapanmasında başrol oynadılar. Bireysel hücum yetenekleri çok sınırlı olan Suns benchinin iyi oynayabilmesi için tek şeye ihtiyacı var, o da gaz. Evlerinde bu havayı yakalamakta zorlanmıyorlar, ancak deplasmanda aynı etkiyi gösterebilmeleri için üst üste birkaç şut isabeti bulmaları şart, özellikle dış şut. Zaten içerde pek işleri olmuyor, bu gece denedikleri 23 şutun 16’sı üç sayı çizgisinin gerisinden. Bu dediklerim tabi ki yalnızca işin hücum yönü. Savunmada her zaman ellerinden geleni yapıyorlar.

Lakers’a karşı kaybettiği maçlarda 14.5 kazandığı maçlarda 7.5 top kaybı yapan Suns, bu istatistiği haklı çıkardı ve maçı 15 top kaybıyla tamamladı. Buna bir de ofansif ribauntlardaki Lakers üstünlüğü eklenince çok daha fazla şut denemesinde bulunmuş oldu ev sahibi ekip. Serbest atışlardaki düşüş de devam ediyor Suns adına. Ligin normal sezonda bu alandaki en iyi takımlarındandılar, ancak bu gece de %69’la şut attılar serbest atış çizgisinden. Maçın 2 sayı farkla bittiği düşünülürse önemi daha iyi anlaşılır bu istatistiğin. Suns adına hayal kırıklıklarına değinmişken Robin Lopez’i söylememek olmaz. Bir önceki maçın yıldızlarındandı ama bu maçı sayı atamadan tamamladı.

Lakers’ta çok değerli bireysel performanslar var, ancak ben önceliği Fisher’a vereceğim. İlk çeyrekte takımın skor yükünü sırtladı ve maçın sonlarında bulduğu çok kritik basketlerle maçı 22 sayıyla tamamladı. Odom özellikle oyun zekası ve pozisyon bilgisiyle çok kilit bir rol oynadı bu maçta. Seri boyunca olduğu gibi Bynum’ın yapamadığı hemen her şeyi yaptı ve 17 sayı-13 ribaunt üretti. Kobe 30 sayı-11 ribaunt-9 asist-4 blok ile triple doubleı kaçırdı, fakat özellikle maçın sonlarına doğru çok kötü şut seçimleri yaptı. Önceki maçta ribaunt almakta epey zorlanan Gasol, 21 sayı-9 ribaunt ile tamamladı maçı. Karşılaşmada Lakers adına en büyük hayal kırıklığı yine Bynum oldu. Hücumda koca bir sıfırdı, inanılmaz eşleşme sorunu yaşıyor Suns uzunlarına karşı.

Suns cephesinde ise; Nash 29 sayı-11 asist ile serideki en iyi maçını oynadı, takımın da en etkili ismiydi. Frye 14 sayı-10 ribaund ile artık kesin olarak özgüvenine kavuştuğunu gösterdi. Amare’nin de 19 sayısı var. Önümüzdeki maçta Hill-Richardson ikilisi mutlaka devreye girmeli Suns adına, yoksa 7. maçı göremeyebilirler.

Suns’ın bugün moral olarak yıkıldığı kesin, ancak Gentry’nin liderliğine inanan biri olarak takımı toparlayacağını düşünüyorum. İki takımın da hücum potansiyelinin üst düzey olması maçın ivmesini, gidişatını bir anda ters yönde değiştirebiliyor. Bu yüzden Arizona’daki maçın ne olacağını kestirmek güç, ancak ben Lakers’ın bu sene playofflardaki kötü deplasman karnesini ve Suns’ın evinde yakalayabileceği havayı göz önünde bulundurarak serinin uzayacağını düşünüyorum.

27 Mayıs Playoff Programı

28 Mayıs Cuma 04:00 (NTV Spor) / Phoenix Suns - Los Angeles Lakers

Evinde alan savunmasının yardımıyla durumu 2-2 yapan ve rüzgarı arkasına alan Suns, Staples Center'a çıkıyor yine. Alan savunmasına karşı üçlükçü ve delici oyuncuları olmadığı için zorlanıyor Lakers, içerden sayı üretemiyorlar. Kobe'nin %61 şut isabeti, 37 sayı, 8 ribuand, 10.5 asist gibi rakamlarla ulaştığı sapık performanslarına rağmen iki maçtır kaybediyor Lakers ve iki maçtır 110'u geçemiyorlar. Ancak illa skor üretme yarışına girmek gerekmiyor Suns ile, bunun dışında bir yöntem daha var Suns'ı yenmek için: Onları 100 civarında tutmak. Lakers savunması hiç durduramıyor Suns hücumunu. Phil Jackson da daha çok atmaya konsantre olmak yerine savunma çalıştırmış takımına dün. Hücumda da Odom veya Gasol (özellikle Gasol) ampulün tepesinden Lakers'ı yönetirse zaten çok sağlam gibi durmayan Suns alan savunmasını çökertebilirler. Lakers evinde elbette favori ama sıcak bir Suns her zaman korkutucudur. Sonucunu en merakla beklediğim maçlardan biri playofflar'da.

27 Mayıs 2010 Perşembe

Perkins'e Af

Sabah Kendrick Perkins'in 7. teknik faulünü aldığından ve Magic serisindeki 6. maçta cezalı durumua düştüğünden bahsetmiştim, videosunu paylaşmıştım. NBA az önce yaptığı açıklamada Perkins'in ikinci aldığı teknik faulün kaldırıldığını duyurdu. Yani Perkins'in de cezası kalkmış oldu. Zaten hakemler Perkins'in art niyetli olduğunu düşünüyorsa NBA yönetimine pek söz düşmez sanki. Yani o sırada parkede oyuncunun yanındaki hakem art niyet sezdiyse videodan bakıp "Yok eli kaymış sadece" demek doğru olmazdı. İkinci teknik faul de ufacık itiraz sonrasında bir hayli ucuz olmuştu, o nedenle doğru karar verilmiş oldu.

Aslında Perkins'in maç içinde 1, toplamda 6 teknik faulü varken, hafif bile olsa sorumsuzca yaptığı o itirazdan dolayı bir şekilde cezasını çekmesini isterdim. Özellikle de Perkins'in en sık ve en boş itirazda bulunan oyunculardan biri olduğunu düşündükçe bu isteğim pekişiiyordu. Ama böyle bir cezanın serinin kaderini belirlemesi de en son isteyeceğim şeydi. O yüzden sevindim sonuca. Gece Celtics tarafının gözüne uyku girmemiştir herhalde, güzel bir haberle güne başlamış oluyorlar böylece. Hayırlı olsun. Magic'i yine çok zor bir maç bekliyor.

Celtics-Magic Serisi 5. Maç (92-113)

Bir takım için, bir maç ne kadar kötü gidebilir? Bir maçın sonucu sizin 3-0 öne geçtiğiniz seriyi 4-3 kaybetmenize sebebiyet verir mi? Üstelik şu ana kadar bunu NBA tarihinde yapan bir takım yokken. Suns –Lakers serisinin üçüncü maçını yazarken, Magic-Celtics serisi için “Pek heyecanlı değil. Orlando çoktan savaşı bitirmiş” demiştim. Biraz savaşmaya başladılar, dördüncü maçı aldılar. Dün bir de 3 sayı çizgisinin gerisinden mükemmel attılar ve 5. maçı da aldılar; ama esas olay bu değil. Asıl can alıcı nokta buradan sonra, özellikle 6. maç için başlıyor. Dün geceki maçta serinin kaderi resmen yeniden yazıldı; ama bunun ne Orlando’nun oynadığı basketbolla alakası var ne de Boston’ın formsuzluğuyla. Biraz hakemler ve biraz da Howard’ın dirsekleriyle bir yol açıldı Magic için. “Şans faktörü bir serinin gidişatını nasıl etkiler?” sorusunun cevabını görebiliriz serinin 6. maçında.

Bu zamana kadar hep Boston savunmasını konuştuk? Bu seri 4. maçta bitseydi; şimdi Celtics’e methiyeler düzüyor, bu yaşlı kadronun son bir şampiyonluk daha alıp alamayacağını tartışıyor olacaktık. Tüm bunlar bir maçta kaybedilmedi aslında. Serinin bu noktalara düşmesinin nedenini herkes kendince açıklayacaktır. Kimileri Howard’a, kimileri hakemlere, kimileri Stern’e hatta bazıları Kobe ve Lakers’a veriştireceklerdir(Şaka yapmıyorum, böyle yorumlar da gördüm.). Benim yorumum ise şu şekilde olacak: Yaşlı bir takımsanız işinizi çok uzatmayacaksınız. Serinin başında Magic için nasıl dinlenme yaramamış dediysem, bugün de Celtics için seriyi uzatmak yaramamış diyorum. Neden peki? Malum, Celtics veteran bir takım. Normal sezondaki oyunlarıyla buraya kadar gelmelerini kimse tasavvur edemezdi. Deneyimli oyuncuların ve zamanı geldiğinde kemerleri sıkmanın farkını o zaman gördük; ama ben dahil çoğu insan, bu oyuncuların yıpranma paylarını hesaba katmadık. Şu an Celtics takımında yaptığı maçların, özellikle Cleveland serisinin, yorgunluğu hissediliyor. Eğer bir savunma takımı, karşı takımdan 25’te 13 üçlük yiyorsa, o takımda bir sorun vardır. Celtics içinde ortaya çıkan bu sorunun adı: YORGUNLUK. Öte yandan House-Robinson takasının olumsuz sonuçları ise şu an Rondo’yu ve paralelinde tüm takımı etkiliyor. Ortalama 44-45 dakika süre alan bir oyun kurucunun da yıpranmasından daha doğal bir durum yok zaten. Ayrıca bu oyun kurucu, takımda bir Derek Fisher rolünde değil, üç süper yıldızın olduğu bir takımın lideri. Bir nevi motorun ana dişlisi. Yoksa bana kalırsa Rondo’nun bu yükü kaldıramaması gibi bir durum yok ortada.

Dünkü maçın kaybedilmesi Bostonlıları epey üzmüştür; fakat bu maçın 6. maçın gidişatını bir anda tam tersine çevirmesi ise çok çok şanssız bir olay oldu. Öncelikle Can’ın da değindiği gibi ikinci yarının bitimine 36.1 saniye kala Perkins 2. teknik faulünü alarak oyundan atıldı. Atıldı atılmasına da bu Perkins’in toplamda 7. teknik faulü oldu ve otomatikman bir maç ceza anlamına geliyor; ama bir de şöyle bir durum var: Yanlış hatırlamıyorsam, geçen sene aynı durum Howard için de söz konusu olmuş; ancak NBA yönetimi faullerden birini haksız bularak geri almışlardı. Dün gece Perkins’e çalınan ikinci faul geri alınması muhtemel bir teknik fauldü. Oradaki tepkisine teknik faul çalınması açıkçası ucuz bir hareket oldu. Yine de olası bir ceza durumunda NBA’de Howard’a karşı durabilen nadir pivotlardan biri olan Perkins’in yokluğu, Howard’ın 30 sayı barajını geçmesi gibi aksi sonuçlar doğurabilir. Daha da kötüsü dün Howard’dan yüzüne yediği dirsekle yerde kalan ve kısa süreli bir beyin sarsıntısı geçiren Davis’in de bir sonraki maçta oynamaması gibi bir durum var. Olay bu kadarla da sınırlı değil. Marquis Daniels ve Rasheed de sakatlıklarla boğuştular. Gerçi Wallace’ınki daima sıkıntı çektiği sırt ağrısı ve ciddi bir sakatlık değil; fakat Daniels, Gortat’ın dirseğiyle, Davis gibi sarsıntı geçirdi. Maça da devam edemedi zaten.

O halde gelelim oynanacak 6. maçın önemli noktalarına. Eğer Perkins ve Davis’ten yoksun bir pota altı izlersek, Wallace’ın da iki dakikada faul problemine gireceğini düşündüğümden Howard kariyerinin playoff maçını çıkarabilir. Zaten dün gece 21 sayı, 10 ribaund ve 5 blokluk performansı ile Perkins’in yokluğunda neler yapabildiğini gösterdi. Üstüne bir de Davis olmazsa durum çok çok kötü olur. Son iki playoff sezonunda bu iki takımın şöyle ilginç bir istatistiği tutulmuş. Orlando seriyi kaybetme ihtimali olan her maçı kazanmış.(2009 konferans yarı finali 6. ve 7. maç; bu sene 4. ve 5. maçlar) Bu maçlarda da Orlando ortalama 98.3 sayı atarken, Celtics 85.3’te kalmış; fakat daha düşündürücü nokta ise Howard’ın bu maçlardaki ribaund ortalamasının 16 olması. Bir sonraki maçta da eksikler göz önüne alındığında “Superman”in iyi bir maç geçireceğini düşünüyorum. (Shelden Williams ve Scalabrine hayatlarının maçlarını çıkarmazlarsa tabi) Belki olası bir galibiyetle bugüne kadar 3-0 geriye düşmüş 93 takımın yapamadığı şeyi yapıp, 3-0’dan seri çevirirler; ama hala önlerinde çok yol var.

Koca Bebek'in Zor Anları


Link

Nate Robinson'ın net faullü bloğundan sonra Howard yere inerken dirseği Glen Davis'in çenesine geliyor ve Glen uzun süreli bir sarsıntı geçiriyor. Howard'ın bu darbeyi bilerek vurduğunu düşünmek bana göre saçma olur. Şuta kalkıktan sonra yere dümdüz inerken dirseği geliyor alt tarafı. Belki bugüne kadar çok dirsek vurdu ama bunların çoğu ya ribaund mücadelesinde ya da ribaundu aldıktan sonra topu guard'ına aktarmak için dönerken gerçekleşti. Bunların bazılarının bilerek olduğu iddia edilebilir ama ben genellikle dengesizliği sonucu oluştuğuna inanıyorum pozisyonların.

Onun dışında Carmelo olayında hakemler, Nuggets oyuncuları ve çakal Collison'ın yapmadığını bu sefer Rondo, Eddie Rush ve Joey Crawford yapmış. Doc Rivers da yerde sersemlemiş şekilde yatan Davis'e ısrarla kalk koş derken Davis'in yalpalayarak hücuma katılmaya çalışmasına üzüldüm açıkçası. Hatta maçı izliyor olsam korkardım da. Maça geri dönmedi ama neyse ki birşey yokmuş Davis'in. Yarınki maçta oynayıp oynamayacağına ise doktorlar karar verecekmiş. Kendisine süper bir antipati beslediğimi blog okuyucuları zaten biliyor. Ama konu sağlıksa herşey bir kenara. Umarım sağlığına kavuşur en yakın zamanda.

Celtics ve Serinin Kaderi Stu Jackson ile Stern'e Bağlı


Link

Dün geceki maçta iki teknik faul alarak takımını yalnız bırakan ve belki de maçı kaybetmelerine neden olan Perkins aslında Celtics'e çok daha pahalıya mal olacak bir hata yapmış olabilir. Çünkü Perkins'in bu maçtan önce playofflar'da 5 teknik faulü vardı, bu sabaha karşı 7'ye ulaştı. Bu da otomatik 1 maç ceza demek. Ancak bu 2 teknik faulden birini NBA'in geri alma hakkı var ve bu konuda karar açıklayacağına dair bir bildiri yayınlamış NBA.

İki pozisyonda da pek birşey yokmuş gibi gözüküyor. Ama Pierce'ı kaldırırken Gortat'ya vurduğu dirsekte bir art niyet var mı yok mu diye açıkçası şüpheye düştüm. Bugüne kadar yüzlerce yerden arkadaşını kaldıran oyuncu gördüm, nedense 1 kere bile elinin kaydığına şahit olmadım. Hadi ilkini geçelim de, ikinci teknik faulü Eddie Rush çok çabuk ve ucuz çalıyor. Tabii Perkins'in ağzından çıkan kelimeleri bilmiyoruz ama tepkiyi abartmadığı kesin. Bence iki teknik faulden biri %90 geri alınacak ve Perkins 6. maçta Boston'a oynayacak. Karar teknik faullerin geçerliliği yönünde çıkarsa da teknik faulü varken çenesini kapamadığı ve kendisine hakim olmadığı için Celtics'i yakmış olacak belki de. Çünkü o zaman Howard'ın arkasında duracak sadece Rasheed kalacak ve onun da ne kadar çabuk faul problemine girdiğini biliyoruz. Garnett ile Koca Bebek'e iş düşecek, bu da Dwight'ın işini oldukça kolaylaştırır. Zaten Koca Bebek, Dwight'ın istemdışı gelen dirseği nedeniyle beyin sarsıntısı geçirdi ve 6. maçta oynayacağını söylese de durumu şüpheli. Rasheed'in de belinde bir problem varmış. Hadi bunları es geçsek bile, Howard'a karşı kullanılabilecek ekstra 6 faul hakkı olmayacak Celtics'in, bu bile bir dezavantaj.

Şimdi Celtics takım olarak Stu Jackson ve Stern'ün ağzının içine bakıyor. Perkins'in cezası belki de NBA tarihindeki ilk 3-0'dan dönüşü tetikleyebilir...

26 Mayıs Playoff Programı

27 Mayıs Perşembe 03:30 (NTV Spor) / Boston Celtics - Orlando Magic

Magic ufak çaplı bir sürpriz yaparak 3-0'dan durumu 3-1'e getirdi deplasmanda. Şimdi çok ilginç bir maç var karşımızda. Bu maçı da kazanmaları halinde Celtics aşırı tecrübeli bir takım olsa da, biraz strese girebilir (gerçi pek sanmıyorum ben). Blog'da benim ve bütün dünyanın dalga geçtiği Rashard Lewis virüs kapmış, 4 maçtır ondan kötü oynuyormuş. Ne kadar gerçek, ne kadar bahane tabii ki bilmemiz mümkün değil. Ama bu sefer maçtan önce serum yiyecekmiş en güzelinden. Kazanacaklarsa 10-15 sayı arasında bir katkı yapması gerek onun. Tabii Nelson'ın da 4. maçtaki gibi oynaması lazım, pası düşünüp özellikle Howard'ı oyunun içine sokması lazım. Howard'ın önemini zaten anlatmama gerek yok herhalde. Çemberden 2-2.5 metre ötede hook shot atmaya razı olmaması lazım kesinlikle...

İlk iki maç yakın geçse de Magic hiç kazanacak gibi durmuyordu, üçüncü maç zaten rezaletti, son maçta ise gerçek Magic basketbolunu görür gibi olduk. Aynı şekilde oynarlarsa yine çekişmeli bir mücadele izleyeceğiz demektir. Rondo'nun ise sırtında kas spazmı olduğunu biliyoruz ama o önemli olmadığını söylüyor ısrarla. Salı sabahı ilk 3 maçtaki Rondo'dan pek eser yoktu parkede, bugün kazanacaklarsa ona ihtiyaçları var...

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Bench Farkı


Link

Dün gece 54 sayı üreten Phoniex bench'inin yaptığı işlerin bir özeti ve birkaç pozisyonun analizi. Adamlar yapmış yine. Keşke şu videolar 3-5 dakika yerine 10-15 dakika olsa. Çok güzel iş çıkarıyorlar bence.

Knicks Brown'un Peşinde mi?

Bundan iki sene önce Rajesh (Big Bang Theory'e selamlar) Kumar adlı bir master öğrencisi cep telefonu hattı almış. Ancak bu hat o zamanın Cavs koçu Mike Brown'un eski hattıymış. Zaten iki yıldır maçlardan sonra telefonun çalmasına alışkın olan Raj, son dönemde kafayı yemek üzereymiş. Pazar günü Mike Brown'un kovulmasının ardından, Pazartesi ve Salı telefonunu 150'nin üzerinde numara kişi aramış. Arayanlardan biri de New York belediye başkanının ofisinden aradığını belirtmiş. LeBron'un gitme ihtimali en yüksek takım olan Knicks'in şehri olan New York'un belediye başkanı Mike Brown'u arıyor. Evet başlığımın yönünde dedikodular çıkmış oluyor haliyle. LeBron'u memnun etmek için her dediğine evet diyen, her düşüncesinde kafa sallayan eski koçunu getirmek istiyor olabilir Knicks. Bu şampiyonluk için doğru seçim midir? Bence değil. Zaten bu konuyu daha yeni ele almıştım.

Bir başka ilginç konu da LeBron haricinde hücumda takımına hiçbir şey katamayan Brown'un bu kadar çok taliplisi olması (Hoş elin adamının dediği şeyi baz alarak yorum yapıyorum ayrı konu). İşin savunma tarafında bir eleştirim yok çünkü 2 senedir ligin en iyi savunma yapan takımını yraattı. Ama hücumda birazcık da olsa varyasyon göremedik Cavs'den kaç senedir. Kim bilir belki de bir takımda Thibodeau gibi savunma koordinatörü olsa daha hayırlı olabilir takım için. LeBron'un gelişimi konusunda da fikrimi, hemen üstte verdiğim linkte belirtmiştim.

Nash Aşkı

Bir Suns taraftarının Nash'e verdiği destek böyle yansıdı ekrana dün gece. Ben de daha dün bu konu hakkında birşeyler karalamıştım.

Lakers-Suns Serisi 4. Maç (106-115)

Maçın kısa özeti: Çileli Kobe Phoenix bench'iine karşı. Üstteki resimden kimin kazandığı çıkıyor sanırım. Oldukça komik bir sahneydi Craig Sager'ın sıra röportajı çekmesi =)

Bu dediğime maçı izleyenler birinci çeyrek sonrasında bolca tanık olmuştur zaten. Phoenix’in yardımcı timi ilk iki seride de en az birer maç kazandırmışlardı takımına, bu geceki herhalde –bulundukları yeri ve serideki konumu da göze alınca- geçtiğimiz yılların en önemli galibiyetlerinden biriydi Suns adına. Pek çok kişinin 2 maçtan sonra Lakers’ın bariz üstünlüklerini göstererek artık bitti kabul ettiği seriye birden denge geldi. Daha da önemlisi seriye başlamadan Suns’ın ağır basan yönü olarak gösterilirken hayal kırıklığına uğratan benchin sonunda beklentileri karşılaması. Bunun gibi bir maç daha çıkaracaklarını sanmıyorum ama. Şöyle söyleyeyim; ilk çeyrekte iki takım da 23 sayı atmasına rağmen Lakers’ın alan savunmasının zayıflıklarını çözme sinyalleri vermesi zayıf bir Suns ikinci çeyreğiyle maçın sonunu bile getirebilirdi. Ancak Gentry’nin çok güvendiği benchi daha devrenin bitimine 6 dakika varken tam 25 sayıya imza attı. Bildiğimiz enerjilerinin yanında uyuyan Lakers savunmasına karşı çok çok iyi organize oldular. Bu bölümde Kobe’nin psikopata bağlaması gibi rakip açısından oldukça korkutucu bir gelişmeye bile durmadan cevap verdiler. Üçüncü çeyrekte ortalık durulsa da maçın en önemli bölümünde yine ön plana onlar çıktı, yine bildiğimiz Phoenix hücumunu aslardan daha iyi oynayarak Lakers’ı yıldırdılar. Yani bu gece kenardan itici güç getirmek yerine maçı kendileri oynadı ve kendileri kazandı resmen. Serinin dalga konusu Channing Frye bile üstündeki lanetten kurtularak 8’de 4 üçlükle isabeti buldu. Yolunda gitmeyen şey yoktu neredeyse yani. Sonuç, 54 bench sayısı. 14 sayı Frye ve Barbosa’dan, 7 sayı 7 ribaund Amundson; 11 sayı 6 ribaund Dudley’den ve 8 sayı 8 asist Dragic’ten geldi.

Kobe’den bahsetmiştim, biraz daha açayım. İlk çeyrekte sadece tek şutu var öncelikle. Takım iyi gitti mi kendi haline bıraktığını biliyoruz ama iki ekip de maça çok kötü başlayınca öne çıkıp kilidi açmasını beklemiştim. Sonradan düzene girer gibi oldu Lakers o yüzden yokluğu fazla hissedilmedi. Fakat o ikinci çeyrekte akın akın gelen Phoenix benchine karşı öyle ayakta durdu ki… Onu sinirlendiren şey rakibin açtığı farktan çok diğer Lakers oyuncularının pek çabalamamasıydı. Tek bacakla oynayan ve Suns potasının altında yaptığı katkıyı maça yaymayı başaran Bynum’dan başka çabalayan yoktu neredeyse. Playoffların en fazla ribaund alan oyuncusu Gasol’ün üçüncü çeyreğe kadar tek ribaundu yoktu. İlk maçlarda fark yaratan Artest ve Farmar ikilisi alan savunmasında buldukları üçlük şanslarını teker teker harcadı. Odom bir önceki maçı affettirdi belki ama o da yeterli değildi. Shannon Brown yolladığı tuğlalar dışında ortalarda yok. Kısacası böyle bir ortamda Kobe delirdi ve ipleri ellerinde aldı. Sayısı bulunmayan ilk çeyreğin ardından ilk yarıyı 15 sayıyla tamamladı. Çok daha iyilerini gördük ama Kobe olmasa maç çoktan kopmuştu bile. Kendisi üçüncü çeyrekte de coşmasına devam ederek skoru eşitliğe kadar getirdi, o kadar iyi şut attı ki sadece 2 kere serbest sayı çizgisine gidip 2 sayısını ordan buldu. Ama bir yere kadar dayanabildi o da tek başına, yoruluyor insan tabii. Son çeyreğe takım arkadaşlarını oyuna davet etmeye çalışarak başladı. En fazla katkı verdikleri kısmın da burası olduğu kesin ama Phoenix’in enerjik benchine karşı koyamayınca 106-115’lik mağlubiyet kaçınılmaz oldu. Toplamda 22’de 15, üçlük çizgisinin gerisinden 9’da 6 atarak 38 sayıya ulaştı, yanına 10 asist 7 ribaund ekledi. Soyunma odasında yüzüne bakamayan birkaç takım arkadaşı olmuştur eminim.

Gelelim maçın bir diğer önemli yüzüne; Lakers savunma ve hücumu. Aslında hücumdan bahsettim yukarıda Kobe’yle birlikte ama birkaç ekleme lazım oraya. Öncelikle alan savunmasına karşı 3. maçtan daha iyi hücum ettiler bunda sorun yok. Bu sefer sorun kaçan boş üçlüklerdeydi daha çok. Kobe’ninkileri saymazsak takım olarak 19’da 3. Şaka gibi rakam, özellikle de en az yarısının boş olduğunu göz önüne alırsak. Fakat burada önemli bir nokta daha var. Bu üçlükleri kullanan oyuncular Artest, Farmar ve Brown. Üçlük yetenekleri var, bunda sorun yok ancak hiç biri düzenli şut performansına sahip isimler değil. Zaten Lakers’ın rakibi yenme şekli bu değil. Bir şekilde Phoenix'in alan savunması Lakers’ı kimliğinden uzaklaşmaya şevk ediyor; sonuç iki maçtır ortada. Ellerinde Gasol gibi bir uzun var, onun öncelikle acilen silkinmesi gerek. Bugün gördüğümüz üzere kötü oynama şansı yok kendisinin. Yoksa 5. maçta bir sürprizle karşılaşabiliriz.
Savunmada da tam anlamıyla rezaletti Los Angeles ekibi. Bir kere 18 hücum ribaundu verdiler rakibe. Zaten maçta 51'e 36 ezildiler bu alanda. 51 de müthiş rakam yalnız Phoenix için. Neyse, Kobe'yi hücum performansından daha fazla sinirlendirdi belki savunmadaki bu vurdumduymazlık. En etkili isim topa yaptığı müdahalelerle Fisher’dı, bu çoğu şeyi açıklıyor sanırım. Hele son çeyrekte yaptıklarından hiç bir şey anlamadım ben. Bir ara onlar da alana döndüler sandım ama ondan bile kötüydü yaptıkları anlamsız şey. Çok fazla top dolaştırma ihtiyacı duymadan iki kişiyi boş buluyordu üçlük çizgisinden Suns. Maçın temposunu Phoenix belirledi tamam, Lakers’ın buna ayak uydurması çok zor ama cidden kötülerdi yani savunmada. Phil Jackson kenarda ne kadar delirse haklı. Tabii onun da çok masum olduğunu söyleyemeyiz.

Şimdi Los Angeles’daki 5. maç iki takım için de hayati önem taşıyor (haliyle). İlk iki maçtaki gibi içeriden yıpratmaları şart. Aksi taktirde üçlük çizgisinin gerisinden de sürpriz şeyler olmazsa Suns’ı yenmeleri zor. Amare’nin de rakibe “şans” tanımaması gerekecek tabii ki. Phoenix’in kenardan gelen oyuncuları böyle bir maç daha çıkaramazlar ama seriye girmeleri halinde dengeleri bozabilecek şeyler gelebilir her bir isimden. Bu maçın aksine Nash ve Amare’nin hücumda da daha etkili bir oyun sergilemesinin gerekeceği kesin.

25 Mayıs 2010 Salı

25 Mayıs Playoff Programı

26 Mayıs Çarşamba 04:00 (NTV Spor) / Los Angeles Lakers - Phoenix Suns

Phoenix yine alan savunması denerse, Lakers paramparça edebilir onları. Zira Phil Jackson'ın takımları 2 maç arasında rakibe göre rötuşları mükemmele yakın yapar her zaman. Zaten Bynum 3. maçtan sonra "Biz hiç alan savunmasına karşı hücumu çalışmadık" demiş. İki günlük ara Phil Jackson herhalde gece gündüz buna çalıştırmış takımı. Bu sefer 32 kere üçlük denemeyeceklerdir, orası neredeyse kesin. Ama yine de Phoenix bir deneyip bakmalı bence alan savunmasının nasıl bir sonuç vereceğine. Bunun en büyük nedeni de Lakers'ın NBA'in en kötü üçlük atan takımlarından biri olması. Lamar Odom dışarda oynamayı bilen bir uzun olmasına rağmen üçlükleri çok dengesiz ve hatta zayıf, Artest ise kariyeri boyunca ortalama üzerinde bir üçlükçü olsa da, kesinlikle güvenilecek, istikrarlı bir opsiyon değil. Playofflar'da %25 ile atarak bunu gösterdi. Tabii olay Gentry'de bitiyor. Lakers'ın harika organize olarak bomboş poziyon ve isabetle biten 2 hücum yapması halinde, alan savumasından vazgeçmeye hazır olması lazım. Çünkü ilk maçta da Suns alan savunmasını çok iyi yapmamıştı. Alan paylaşımı hiç iyi değildi. Topa aynı anda 3 kişi baskı yaparken, ters taraf bomboş falan kalıyordu ama Lakers bunu hızlı top dolaştırarak değerlendiremedi. Onun dışında Amare ile Lopez'in Gasol tarafından ezilmesine pek çareleri yok. Bu yüzden denemeleri lazım diyorum. Amare'nin de 3. maçtaki gibi çembere gitmesi, hırslı ve agresif olması gerekiyor. Tabii Lamar Odom'a da şanslı bir maç daha hediye etmemesi lazım.

Steve 'Rocky' Nash


Link

Pazartesi günleri, haftanın en yoğun olduğum zamanı. Bu nedenle maçı ancak dün gece izleyebildim, hatta ilk yarıyı da es geçerek direk 2'den başladım. Yazıyı da vakit bulabildiğim ilk anda yazıyorum. Maçta Nash yine okkalı bir darbe almış. Bu sefer Fisher'dan... Burnu kırıldı Nash'in pozisyonda. Hatta sonra kendi eliyle burnunu düzelttiğini görebilirsiniz. Biraz rahatsız edici bir sahne diyebiliriz. Geçirdiği burun ameliyatın ardından, bu geceki maçta ise oynayacak Nash hatta bildiğim kadarıyla maske veya koruyucu bir aparat bile takmayacak.

Fisher'in hareketi için ise şunları söyleyeceğim: Maç zaten bitmiş, orada topu kapsa bile - ki öyle bir şansı yok - Lakers'ın kazanma şansı yok ama Fisher "Maçı bırakmayız" mesajını verme amaçlı bir baskı ve sonucunda faul yapıyor. Tabii zarar vermek istediğini söylemek abes olur.

Nash'in başına da gelmeyen kalmadı gerçekten. Özellikle yüzüne aldığı darbeler nedeniyle çok çekti cılız oyun kurucu. Bir çırpıda aklıma gelenler:

1) Üç sezon önce Parker ile çarpışmaları ve Nash'in deli gibi kanayan burnuna rağmen oyuna girmek istemesi, girememesi, Suns'ın yenilmesi.

2) Bu sezon Earl Watson'dan yediği dirsek ile adeta bir vampire dönüşmesi.

3) Malone (Lakers) ve Boozer'dan yediği dirsekler sonucu 2 kere dişinin kırılması ve maçlara o şekilde devam etmesi.

4) Tim Duncan'dan yediği dirsek sonucu maça resmen tek gözle devam edip, son çeyrekte 10 sayı, 5 asist üreterek takımına maçı kazandırması. Onun hakkında zaten uzun uzun yazmıştım, video da mevcut.

Her türlü darbeye rağmen oyuna olan sevgisi nedeniyle devam etti maçlara. Rocky gibi adam, yılmıyor. Hastası olduğumu kaç kere söyledim acaba bu blog'da? Acı yok! Acı yok!

Son olarak da Nash'ten sapıp, iki gün önceki maça dönelim bir kez daha. Belki de Fisher'ın Nash'e öyle sert bir şekilde gelmesinin sebebi bile olabilir Robin Lopez'in, Fisher'ı gıcık ettiği pozisyon. Herhangi bir zarar verme niyeti yok ama geçerken dirseğini dokundurarak Fisher'ın damarına basma niyeti var elbette. Yoksa canının yanmasını geçtim, neredeyse hissetmemiştir bile Fisher o dokunuşu. Ama dediğim gibi Lopez'in cin olmadan adam çarpmak istemiş. İlk pozisyonda da bilerek Lopez'in önüne adım atarak çarpışmalarını sağlayan taraf Fisher bu arada, onu da söylemek lazım.


Link

2010 Draft Değerlendirmeleri: Damion James (Texas, SF, 6-7)

Diğer değerlendirmeler: John Wall, Evan Turner, DeMarcus Cousins, Wesley Johnson, Derrick Favors, Al-Farouq Aminu, Xavier Henry, Hassan Whiteside.

Liseyi Texas’ta okuduktan sonra, buradan ayrılmadı ve üniversite hayatını da Texas Longhorns’ta sürdürme kararı aldı, böylece Doğuş Balbay’ın takım arkadaşı oldu Damion James. İlk senesinde Durant ve D.J. Agustin’in gölgesinde pek de dikkat çekici bir performans sergileyemedi. Ancak sonrasında her geçen sene üzerine koyarak komple bir oyuncu oldu.

Öncelikle hücum yelpazesi geniş sayılsa da bulduğu sayıların temelinde gücünü ve fiziğini iyi kullanmasının yattığını söyleyebiliriz. Penetreyle ve ya şutla skora gidebiliyor. İlk adımı hızlı, pozisyonuna göre oldukça güçlü ve boyuna göre de iyi bir ribauntçu. Orta mesafe şutları iyi, ama dış şutlarını biraz daha geliştirmeli. Bu sezon senior senesinde 18sayı -10ribaund ortalamaları tutturdu. Takım içi liderlik konusunda fazlaca iyi. Kolej liginde geçirdiği 4 senenin de etkisiyle mental açıdan lige en hazır oyunculardan biri.

Oyun zekasının çok üst düzey olmaması ve top hakimiyetinin kötü olması en önemli eksileri. Ayrıca serbest atış çizgisinde de çok kötü, hele ki pozisyonu göz önüne alındığında. İlk adımı hızlı olmasına karşın daha çok savunmacısını geçmek yerine penetreyi kesip şut kullanıyor, bu da bir eksi olarak görülebilir. Shawn Marion’a benzetiyorlar kendisini, ama ondan çok daha güçlü.

Celtics-Magic Serisi 4. Maçı (92-96)

TD Garden’da biraz da onur mücadelesi verdi Magic dün gece. İlk üç maçın ardından geri dönüşün belki de imkansız olduğunun onlar da farkındadır, ama ezilerek süpürülmektense en azından bu maçla birlikte evindeki karşılaşmayı da kazanarak kulağa daha hoş gelen bir skor olan 4-2 ile kaybetmeyi isteyeceklerdi. Maçın başında yüzdeli şut atmalarının yanı sıra rakibin top kayıpları da hayli fazla olunca suni bir fark oluştuğunu düşünmüştüm konuk Magic lehine, ama haksızlık etmişim. İlerleyen dakikalarda fark yavaş yavaş erise de Magic oyundan kopmadı ve uzatmada maçı 96-92 alarak şimdilik elenmekten kurtuldu.

Önce kaybeden Celtics’ten başlayalım. Maça resmen turu garantiledik havasında ve çok lakayıt başladılar. Üst üste top kayıpları farkın rakip lehine açılmasını sağladı. Sonrasında özellikle savunmada toparlansalar da sarf ettikleri çaba yalnızca maçı uzatmaya yetti. Tüm bu rahatlığa rağmen bu maçı kazanamazlar mıydı? Tabi ki kazanabilirlerdi, zaten normal sürenin son pozisyonunda da şans geldi ayaklarına ama değerlendiremediler. İşin aslı iyi de oldu, çünkü galibiyeti hak eden taraf Magic’ti.

Paul Pierce’ın 32 sayı-11 asist’lik müthiş performansı mağlubiyetin gölgesinde kalmamalı, bu sebeple oyuncu performanslarında ilk önce ona yer vermek istiyorum Celtics cephesinden. Bunun yanı sıra Ray Allen’ın 5/7 üçlük isabetiyle 22 sayısı var ki, olumlu istatistikler burada bitiyor Celtics adına. Garnett 14 sayı, en önemlisi ise Rondo 9 sayı-8 asistte kaldı. Serinin ilk maçıyla beraber belki de en kötü maçıydı bu Rondo’nun 2010 playoflarındaki. Kendisi hücumda etkili olamadığı gibi, takım arkadaşlarının da devreye girmesini sağlayamadı.

Geçelim kazanan Magic’e. Hawks serisinden kalma bir hücum performansıyla başladılar maça, Celtics frenini yemeleri biraz gecikince rakibin ilerleyen dakikalarda yorulmasını da iyi kullandılar ve şimdilik süpürülmekten kurtuldular. Öncelikle ilk üç maça göre çok daha mücadeleci ve çok daha inanmış göründüler parkede. Rakibin kendi sahasında rüzgarı arkadan alarak gelmesine rağmen pes etmediler, dirayet gösterdiler. Seri boyunca rezalet giden dış şut yüzdeleri bu maçta kendi seviyelerine çıkmasa da vasata ulaştı ve bu bile galibiyet için yetti. Galibiyet için yetti dediysem, sadece dış şutlardaki isabet oranlarının artmasının galibiyeti getirdiği anlamı çıkmasın. Celtics’in savuma dozajını ve sertliği arttırdığı dakikalarda genel olarak iyi cevap verdiler onlara. Ancak şunu da söylemeden geçmeyelim: Bu maçla birlikte belli oldu ki Celtics benchine hem mental, hem de kalite olarak kafa tutabilecek çok fazla oyuncusu yok Magic benchinin.

Dwight Howard 32 sayı-16 ribaunt-4 blokla maça damga vurdu ve galibiyette başrolü oynadı Magic’te. Takımının hem hücumda hem savunmada en iyisiydi. Ona en büyük destek Nelson’dan geldi, 21 sayı-9 asisti var onun da. Sanki Rondo ile yetenekleri değişmiş gibiydi, maçı koparan sayılar da kendisinden geldi zaten. Çok kritik anlarda yaptığı top kayıpları tek olumsuz yönüydü maçtaki.

Önceki maçta toplam 6 sayıda kalan Barnes-Lewis ikilisinden 23 sayı geldi bu maçta. Bu maçla birlikte Lewis de toparlanır gibi göründü veya Carter ile aynı takımda olduğundan dolayı bana öyle geldi. Zira inanılmaz kötü bir maç çıkaran Carter 1/9 saha içi isabetiyle 3 sayıda kaldı.

Maçın 2. çeyreğinden itibaren savunmaların ön plana çıkmasıyla birlikte her iki takım da kolay sayılara izin vermedi. Durum böyle olunca ekstra katkılar galibiyette çok önemli rol oynadı. Magic’in ikinci şans sayılarında 17-5, boyalı alan sayılarında ise 36-28’lik üstünlüğü var rakibine.

Ayrıca Cavaliers serisinden bu yana müthiş bir çıkış gösteren ve Celtics’in rakiplerine üstünlük kurmasının en büyük sebeplerinden biri olarak gördüğüm bench katkısı da gelmedi bu maçta. 12 sayı üretebildi Celtics benchi. Açıkçası ilerleyen maçlarda toparlanacaklarını düşünüyorum.

Bir parantez de Garnett için açmak istiyorum. Yaşını başını almışsın, uğraşma artık böyle işlerle. Azmiyle, hırsıyla, yaşadığı sakatlıklara rağmen yaptıklarıyla kazandığı sempatiyi yok ediyor bu hareketleri ve dışarıdan son derece itici görünüyor. (Kastettiğim oyun içi sertliği değil, Garnett'in alışık olduğumuz külhanbeyi tavırları. Zaten itici olduğunu düşünmeme sevk eden neden de tam olarak bu.)

24 Mayıs Playoff Programı

25 Mayıs Salı 03:30 (NTV Spor) / Orlando Magic - Boston Celtics

Üçüncü maçta fark 15 civarına çıktığı andan itibaren Magic, bitmiş bir takım görüntüsü sergilemişti. Nitekim daha sonra fark 30 civarlarına kadar çıkmış, maçı da Celtics çok rahat bir şekilde kazanmıştı. Peki bu durumda 3-0'da ne beklersiniz? Otomatikman 4-0 olmasını değil mi? Herkes onu bekliyor. Keşke Magic kazansa veya en azından güzel bir maç olmasını sağlasa. Rashard Lewis'e buradan bir selam daha çakalım maç öncesinden. Bugün 3 sayıda kalacak herhalde. Niye mi? Şu ana kadarki üç Celtics maçında sırayla ürettiği skorlar: 6-5-4 ... Ayrıca evet olayın Lewis'te bitmediğinin farkındayım ama yılda 22 milyon dolar kazanan bir adam %25 şut yüzdesi ve ortalama 5 sayıyla oynuyorsa, bu konuyla dalga geçmemek mümkün değil.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Yılın Koçu Dediğin Kovulur ! - 2 (Mike Brown)

Sezon başında Byron Scott'ın görevine son verilince, Mike Brown'un da başarısızlıktan öte, yılın koçu ödülünün laneti nedeniyle kovulacağını yazmıştım. D'Antoni, Avery Johnson, Sam Mitchell, Byron Scott derken Brown da gitti. 5 etti üst üste. Hatta sağlık sorunları nedeniyle görevini bırakan Hubie Brown'ı da katarsak 6'ya kadar yolu var. En çok üzüldüğüm kişi de Scott Brooks. Fıstık gibi, gencecik, her yanından potansiyel akan takımın başında rahatı yerindeydi adamcağızın. Şimdiden strese girmiştir, yazık oldu.

Biraz da Mike Brown'u eleştirelim. Şimdi öncelikle şu bilinen bir gerçek ki, topu LeBron'un eline vermekten başka birşey öğretemedi şu takıma Mike Brown hücumda. Geçen sezon NBA'in en iyi savunma yapan takımını yarattı. Evet belki bu yönden oldukça güçlü bir koç ama hücumu da sadece LeBron'un eline bırakması onun en büyük eksilerinden. Ayrıca LeBron'un her dediğine "eyvallah" demesi ve "Aman onu sinirlendirmeyeyim" şeklindeki yaklaşımı, LeBron'un kendini geliştirmesini belki de yavaşlatmış bile olabilir. Egosu LeBron kadar büyük olan süper yıldızlara koçluk yapmak, onlarla ilişki kurmak zordur. Ama muhtemelen en yanlış yöntem LeBron'un her dediğine kafa sallamak ve hiçbir yaptığı şeyi eleştirmemektir. Mike Brown da bu yolu izledi. Çok kötü tercihlerle maç kaybettirdiği zaman bile ağzını açmadı. Hatta bazı maçlarda son hücumu LeBron'un seçtiğini bile basınla paylamıştı. Öte yandan LeBron'un zaman zaman Brown'un seçimlerini eleştirdiğini görmüştük. Hatta bazı yazarlar ileri gidip Cavs'in gerçek koçunun LeBron olduğunu falan yazıyorlardı. LeBron'un, egolarını azıcık da olsa törpüleyebilecek, arada sırada çıkıp onunla tartışabilecek, kavga edebilecek bir koça ihtiyacı var sanki bu bakımdan...

Yani esasında sadece şampiyonluğu kazanamadığı için değil, gerçek anlamıyla bir koç olamadığı için haketti belki de Brown kovulmayı.

Küfreden Küfürbaz J-Will


Link

Küfretmeyen küfürbaz Lost oyuncularından hemen sonra rastlamam güzel oldu. Jason Williams 3. maçta Celtics tarafından yerle bir edilmenin siniriyle muhabirlere patlıyor. Ufak çaplı tehditler bile savuruyor "Sinirlenmemi istemiyorsanız çekilin" şeklinde. Barnes da şaşkın bir yüz ifadesiyle olayın bitmesini bekliyor ama J-Will baya uzun süre saydırıyor.

Şu siniri ve hırsı parkede gösterse Magic oyuncuları belki daha çekişmeli bir seri izlerdik. Stan Van Gundy maç konuşması yerine bu videoyu oynatıp "Bu sinir ve hırsla oynamayanı Warriors'a takas edeceğiz" dese acaba bir fark görür müyüz?

Lakers - Suns Serisi 3. Maç (109-118)

Her anlamda tatmin edici bir seri izliyoruz şu anda. En azından her maç toplam 210’dan fazla sayı görüyoruz. Belki savunma anlamında Boston gibi bir dirençle karşılaşamadık şu ana kadar; ama iki takım da ofansif özelliklerini tamamen sahaya döktü 3 maç sonunda. Nereden bakarsanız bakın, Doğu finalinden daha çekişmeli, sonucu belli olmayan bir seri izlediğimizi inkar edemez hiç kimse. Malum Orlando’nun 8 maçlık galibiyet serisinin ardından, ilk defa adamakıllı savunma yapan bir takımı görünce sudan çıkmış balığa dönüşü Doğu finallerini pek takip edilesi kılmıyor. Aslında tek maçtan sonra bu kadar iddialı konuşmak çok da doğru değil; ama bunun sorumlusu ben değilim, asıl suçlu Stoudemire. İlk iki maçta Lakers pick’n roll’larında ne kadar isteksiz ve tembel olduğunu görmüştük. Savunmanın “s” i yoktu All-Star oyuncuda. Savunmaya pek kafasının basmadığını düşünebiliriz; fakat aynı durum ribaundlar için de söz konusuydu. Bu alandaki sinikliği yetmezmiş gibi anlamsız açıklamalarla Odom’ı da gaza getirmiş ve onun iki maçta da Amar’e’yi ezdiğini görmüştük ya da daha şanslı(!) maçlar çıkardığını görmüştük.

Alvin Gentry’nin takımın başına geçmesinden itibaren takımda önemli bir ivme yakalandığı aşikar; fakat playofflardan önce herkesin dediği gibi “Bu takımın oynadığı basketbol zevkli, iyi,hoş da playofflarda bu basketbol sökmez” diyordum. Üstelik bu sezon oyunun çok geliştirmiş Robin Lopez’de yoktu ilk iki seride. Yine de Hill, J-Rich, Nash ve Stoudemire’ın etkili oyunları ve özellikle kenardan aldıkları ekstra katkıyla buraya kadar hiç zorlanmadan geldiler; fakat finalde 4 senelik bir intikamı bekleyen Lakers vardı. İlk iki maçı anlatmaya gerek yok zaten. En önemli detayı yazının başında vermiştim. Amar’e her alanda, belki de playoff kariyerinde hiç olmadığı kadar etkisiz görünüyordu. İki fizikli uzunun arasında silinip gitmişti, üstüne buna “normal sezonda NBA tarihindeki en iyi ikinci üç sayı atan takımın” kenardaki şutörü Frye’ın da formsuzluğu eklenince, “koş-koş” basketbolu oynayan Suns, yedikleri sayılar sonucu topu sürekli kendi potalarından başlatıp, tüm oyun felsefesini bir anda çıkmaza sokmuşlardı. Bu serinin tek kilit anahtarı vardı: “Daha iyi savunamıyorsan, daha çok ve yüzdeli at!” Kendi evinde takımın bu manada bir yükselişe geçeceğini tahmin ediyordum da Stoudemire’ın bu kadar etkili oynayacağını sanmıyordum açıkçası.

İlk iki maçta toplam 41 sayı katkı verebilen süper yıldız, dün gece onun hakkındaki “savunması zayıf, ribaundlarda kafası başka yerde ve daha da önemlisi isteksiz” söylemlerimi boşa çıkartarak 42 sayı attı. Savunma anlamında ekstra bir şey yapmadı belki; ama Suns pick’n roll’larında nerede ne yapatığını bilir bir görüntü çizdi. Gerek kendisi attı, gerekse de Robin Lopez’e boş alan yaratarak ona attırdı. Lakers’ın koca tarihinde, Lakers’a karşı “40 sayı- 10 ribaund” luk barajı geçerek takımına galibiyeti getiren dört oyuncu vardı: Hakem, Alex English, Havlicek, Bob Pettitt. Amar’e de bu gruba beşinci oldu dünkü mükemmel performansıyla. Özellikle maçın kazanılmasındaki en büyük etken olan serbest atış çizgisinden 42’de 37 ile attıkları maçta, 37’nin 14’ü ondan geldi. İlginçtir Suns 15. serbest atışını kullanırken, Lakers henüz hiç çizgiye gitmemişti.


Phoenix’in ilk çeyrekte 32-29 geride kalmasının ardından Koç Gentry, 2-3 alan savunmasına döndü. Maçın dönüm noktalarından biri de bu oldu zaten. O zamana kadar gerek Gasol gerekse Kobe üzerinden rahat sayılara giden Lakers, alan savunmasıyla birlikte bir nebze durdu. İkinci çeyrekte alan savunmasına geçilmesinin ardından Lakers ilk yarı sonuna kadar 6’da 1 isabette kalırken 4 top kaybı yaptı ve Suns’ın 7 sayılık farkıyla kapatıldı ilk iki çeyrek. Maç boyunca da Lakers hücumları hakkında bir istatistik tutulmuş. Onu da sizlerle paylaşayım: Lakers 63 kez adam adama savunmaya karşı oyun kurmuş. İsabet yüzdesi yine çok iyi(%56.6) ve 8 top kaybı var. Alan savunmasına karşı ise 42 hücumda %31 isabetle hücum etmişler. Top kaybı da daha az hücum etmesine rağmen 9’a çıkmış. Lakers’ta Staples’taki deli üçlük ritmini yakalamayınca haliyle bu tablo önümüze geldi. Lakers’ı durdurmanın, en azından bir parça yavaşlatmanın bir yolunu buldular şimdilik.

Lakers, Oklahoma serisinin 5. maçından beri yakaladığı 8 maçlık yenilmezlik serisini de böylece sonlandırmış oldu olmasına da şöyle ironik bir durumda var ortada: Lakers üçüncü maçlarla serinin kaderini belirliyor. Şöyle geçen sezon ve bu sezonu ele alırsak, 3. maçı kaybettiği serilerde çoğunlukla 4. maçı da kaptırdı. Bu da serinin gidişatını epey değiştiriyor. En azından 5 maçta bitecek seriler 6-7 maçta bitiyor. En yakın örnek olan Oklahoma eşleşmesini ele alalım: İlk iki maçı kazandıktan sonra, Oklahoma’ya üçüncü maçı vermişti. Devamında Gasol’un 6. maçtaki tiplemesi olmasa belki de seri 7. maça uzayacak ve yenileceklerdi. Bilmiyorum belki ben bu konuda çok hassasım; fakat Lakers’ın üçüncü maçları daha bir umursaması lazım. Bunu karşımızda 36-9-11’le oynayan bir Kobe ve 23 sayıyla oynayan Gasol’e rağmen neye dayanarak söylüyorum peki? Endişem şu: Fisher’ın ayakalrı yavaşlar, Artest sezon başındaki gibi “Ben sadece savunma yapsam da olur.” moduna girer, Odom 14’te 4 atmaya devam eder, Shannon Brown ve Jordan Farmar “Kenardan katkıyı sadece Odom yapsa yeter” diye yatarlarsa bu seri 7 maça kesin uzar. Lakers adına en önemli farkı yaratan ve geçen seneden bile daha formda gözükmelerini sağlayan etkenler Kobe ve Gasol’den çok bu oyuncuların verdikleri ekstra katkı değil miydi? Kobe özellikle 6. maçtan beri (dizinden sıvı aldırmıştı) mükemmel oynuyor; ama maçların bu kadar kopuk geçmesindeki ana unsurlar bu oyuncuların bir başka oynamasıydı. Tekrar Wade’in sözünü hatırlatayım sizlere: “ Bir oyuncu size en fazla bir maç kazandırabilir, başarı istiyorsanız takım arkadaşlarınıza muhtaçsınız.” Finalde Boston’ı sadece Kobe’nin çıldırmış oyunuyla devirmek imkansız olur diye düşünüyorum, eğer öyle bir şey mümkün olsaydı 2008 şampiyonu da Lakers olurdu.

NOT: Amar’e 42 sayılık performansı ile playoff kariyer rekorunu tekrar yakaladı. Önceki 42 sayılık maçını San Antonio’ya karşı 1 Haziran 2005’te yapmıştı.

Öte yandan Phil Jackson, Bynum'ı öteki maç dinlendirebileceğini açıkladı. Zaten pek oynayacak hali de varmış gibi gözükmüyor.

Küfretmeyen Küfürbazlar - Lost


Link

Madem sabaha karşı Lost'un son bölümü yayınlanacak, şuna rastlamışken paylaşmamak olmazdı, öyle böyle gülmedim. Jimmy Kimmel Live'da uzun süredir hazırlanan bir bölüm bu. Küfür olmayan yerleri sansürleyerek sunuyorlar ve ortaya absürd ama bir o kadar da komik sahneler çıkıyor. Hepsi birbirinden güzel ama özellikle Richard ve John Locke'a dikkat diyorum...

23 Mayıs 2010 Pazar

23 Mayıs Playoff Programı

24 Mayıs Pazartesi 03:30 (NTV Spor) / Los Angeles Lakers - Phoenix Suns

Suns için ölüm kalım maçı tabii ki. Kazanmaları için ya ekstra iyi dış şut sokacaklar, ya şu ana kadar harika işleyen Lakers hücumu özellikle dış şutlarda biraz tekleyecek, ya da toptan Gasol'u beslemeyi unutacaklar içerde. Tabii Amare'nin, Odom'un şanslı bir maç çıkarmasını engellemesi de önemli. Kısacası ilk iki maçta Suns defansı Lakers'a çare üretememişti yoksa maçı kazanmak için yeterli skor üretimini yapabiliyorlar. Özellikle Lopez'in Gasol'u önden savunması ve top inmesini engellemesi iyi bir önlem gibi duruyor, Lopez hiç dönmemiş olsa herhalde Gasol 40 sayı atacaktı maç başına. Ama işte Kobe ve dış oyuncuların azmalarına şans tanımamalı Suns. Senelerdir Suns'ın uzak olduğu bir olgu yani 'defans', takımın kaderini belirleyecek gibi duruyor. Ayrıca son olarak da: Evinde, deplasmana göre daha kendine güvenerek şut atan Frye'ın kendine gelmesi lazım. Playofflar'a çok kötü başlamıştı ancak daha sonra Spurs'e karşı %55 ile üçlük atarak x-faktörü olmuştu serinin. Şimdi yine eski haline döndü, ne hücumda ne savunmadı ona güvenip dakika veremeceyk duruma geldi Gentry...

2010 Draft Değerlendirmeleri: Hassan Whiteside (Marshall, C, 7-0)

Diğer değerlendirmeler: John Wall, Evan Turner, DeMarcus Cousins, Wesley Johnson, Derrick Favors, Al-Farouq Aminu, Xavier Henry.

Lise yıllarında adını pek de duymadığımız Whiteside, Wes Johnson gibi The Patterson School mezunu. Sezonun başlamasıyla birlikte bir anda müthiş bir patlama yaptı ve bir ara mock draftta 2.sıraya kadar yükseldi. Marshall gibi pek basketbol kültürü olmayan bir okulda forma giydiğinden maçlarını izleyebilmek oldukça zor oldu benim için. Birkaç gece onun maçını izleyeceğim diye boşu boşuna beklediğimi bilirim. Neyse esas konumuza dönelim geri. Whiteside, Marshall Thundering’de takımın süper yıldızı konumundaydı.

Öncelikle fiziğine göre çok ters bir oyun stili var. Bileği düzgün ve orta mesafe şutları oldukça iyi, zaten hücumu da ilginçtir ki daha çok şuta dayalı. 2.13 boyu, yanılmıyorsam 2.30 civarında wingspani, ayrıca vasatın üzerinde bir blok sezgisi var. Yani anlayacağınız üzere harika bir blokçu. Geçtiğimiz sene maç başına ortalama 5.4 blok ile oynadı ve kolej liginin bu alandaki lideri oldu. Kendisine ait ilginç bir istatistik de bu sene blok yapmadan tamamladığı maç olmaması. Aynı zamanda konsantre olduğunda müthiş bir ribaundcu.

Ancak maalesef maçtan çok fazla kopuyor ve çoğu zaman maçı pek sallamıyor görüntüsü çiziyor. Bu da onun NBA için henüz ham olabileceği yönündeki şüphelerimi arttırıyor. Ayrıca atletizmi iyi olmasına karşın ilk adımı hızlı değil ve sırtı dönük oyunu, itiş kakışı pek sevmiyor. Bu sene ortalama 26 dakika oyunda kalarak 13 sayı- 9 ribaund ile oynadı. Fiziği, blok ve ribaundlardaki etkinliği ve atletizmi nedeniyle Camby’ye benzetiliyor.

Celtics Magic'i Playoff'un Dışına Böyle İtti

Aynen resimdeki gibi gerçekleşti olay. Bilmeyenler için, sabaha karşı oynanan maçta gerçekleşti pozisyon. Bu hızda, bu sarsıntıyla gitti Magic playofflar'ın dışına. Daha 3-0 ama serinin 3-0'dan dönebilmesi için geçen sezonki SVG - Dwight tartışmasının bir benzerine ek olarak mucizevi şeyler olması gerekiyor: Howard'ın 2000'lerin başındaki Shaq gibi oynaması, Lewis'in de ortalama 30 sayıya çıkması gibi...

Dwight Howard, post-up'ını ve hook atışlarını geliştirmedikçe kalıplı ve savaşçı uzunlara sahip takımlar ona ikili sıkıştırma getirmek zorunda değiller. Bir kez daha gördük bunu. Sezon başlamadan önce Howard'ın orta mesafe şut çalıştığı bir video koyup, bunlardan önce post-up'ını geliştirmesi gerektiğine değinmiştimm. Bu sezon geliştiğine dair sinyaller verse de, Howard'ın hala %90 oranında atletik yapısına bağımlı olduğunu gördük. Bunu, onun elinden en iyi alan takımlardan biri de Celtics. Howard'ı sadece Rasheed ve Perkins (arada sırada da Garnett) ile savundular. Üstelik Howard da savaşıp daha iyi yerde top almak yerine çemberden 4 metre uzakta topu alınca, ekmeğine yağ sürdü Celtics'in. Burada Howard iyi pozisyon aldığında ona top indiremeyen ve top kaybı yapan Nelson, Carter, Lewis gibi isimlerin de suçu var tabii. Burada Hidayet'in Magic için ne kadar önemli olduğu ortaya çıktı. Celtics savunması Howard'a yardıma gitmek zorunda kalmadı. Defansta boşluklar oluşmayınca da Magic hücumu başlayamıyor bir türlü. Hücumun bir yerden tetiklenmesi gerekiyor ancak pick & roll'larda da Celtics'in harika savunmasına takılan Magic hiçbir şekilde topu dolaştırmayı başaramadı seri boyunca.

Lewis demişken, evet Garnett iyi savunuyor kendisini, evet takım iyi top dolaştıramadığı için ve kendisinin şut pozisyonu yaratma kabiliyeti sınırlı olduğu için zorlanıyor. Genel olarak bu sebepler geçerli ama birşeyi göz ardı ediyoruz. Lewis sezon içinde de Garnett onu savunurken, 18 sayı ortalaması yakalamayı başarmıştı. Garnett bir zamanlar hızlıydı ancak artık değil. Lewis'in ayakları yavaş uzunlara karşı penetre ettiğini görüyorduk. Geçtiğimiz sene de Cavs ve Lakers'a karşı bunu uygulamıştı. Ancak pek iyi bir pasör olmadığı için, penetre ettiğinde gelen çabuk ve yerinde yardım karşısında eli ayağına dolanabiliyor Lewis'in. Ama işte buradaki farkı yaratan Celtics'in yaptığı çıkıştır.

Lewis başta olmak üzere neredeyse her opsiyonu kilitlemeyi başardılar. LeBron James'in 4 ve 5. maçlardaki boş vermişliği Celtics'i biraz küçük görmemize sebep oldu. Biz küçük görürken onlar da büyümeye devam etti ve karşımıza bir canavar çıktı. Cavs'e karşı savunmanın hala 2008 seviyesine gelmediğini yazmıştım. Ama şu anda 2008'deki Celtics'i görüyoruz resmen. Tek fark James Posey'e sahip olmamaları. Hücumda ise bildiğimiz Celtics var ama yeni bir eklentiyle: Rondo. Başka bir oyuncuya dönüştü kendisi, Celtics'i sürükleyen isim oldu. Pierce'ın açıklaması zaten herşeyi anlatıyor: "Eskiden o bizim üstümüzden oynuyordu, şimdi biz ona ayak uyduruyoruz". Ancak Rondo'nun kendine olan güveni kat kat artmış olsa da, şutuna hala güvendiğine inanmıyorum ben. Hala iyi şut atmıyor. Muhtemel finalde Phil Jackson'ın ona karşı alacağı önlemleri merakla bekliyorum.

Kısacası Magic'in Bobcats ve Hawks'u sürklase ettiği seriler gözümüzü boyarken, Celtics'in elediği LeBron ve Cavs'in durumu, Celtics'i çoğunluğun küçük görmesine neden oldu. 2 gerçek uzuna sahip takım yine dış şuta dayalı oynayan takıma üstünlük sağladı. Celtics'in savunması Magic'i yedi bitirdi. Zaten maçların bir tanesini bile izlememiş olsanız da, istatistikler yeterli. Magic'in sırayla attığı sayılar: 88, 92, 71. Sezon içinde ortalama 103, playofflar'da ilk 8 maçta ortalama 101 sayı atan takım, Celtics'e karşı 84'te kaldı. 20 sayılık bir fark, süpürülmenize neden olur, nitekim oluyor da. Zaten bu sabaha karşı oynanan maçtaki 71 sayı, Magic'in Rashard Lewis - Stan Van Gundy döneminde yaptığı 319 maçtaki en düşük rakam oldu. Herşeyi özetliyor herhalde. Üst kısımlarda anlattığım gibi, Magic'in hücumu işlemedi hiçbir şekilde...

Yazıyı sanki seri bitmiş gibi yazdım ama hatırlatayım, durum 3-0. Gerçek anlamda mucize gerekli Magic için. Bunun da olmasını bekleyen kişi sayısı herhalde bütün dünyada bir elin parmaklarını bile geçmiyordur.

Celtics - Magic Serisi 3. Maç (94-71)

Orlando ilk maçın son çeyreğindeki çabasıyla maçı yakınlaştırınca, seri için umutlarının görüldüğünden daha fazla olduğunu yazmıştım. İkinci maçta da buna benzer şekilde açılan farkı kısa şekilde eritmiş, fakat bu sefer Celtics’in yaptığı savunmaya Nick Anderson laneti de eklenince takım halinde büyük çöküş yaşamışlardı. O çöküşün gerçekte ne olduğunu bugün gördük işte.

Her şeyin kafada bittiğini söylemek kesinlikle hata olur. Celtics rakipten daha iyi üçlük attı, topu daha iyi paylaştılar, daha çok ribaund aldılar. Savunmadan bahsetmiyorum bile. Hadi bazı hakem hataları yüzünden Rashard Lewis’in erken faul problemine girdiğini de unutmayalım. Ama hepsini bir kenara bırakın, bu maçı en iyi anlatabilecek şey sadece iki pozisyon. Biri zaten herkesin tahmin ettiği gibi Rondo’nun yere dalıp topu Jason Williams’ın bacaklarının arasından çekmesi; diğeri Ray Allen’ın süre biterken salladığı şuttan sonra yine Rondo’nun ribaundu tiplemesi ve Glen Davis’in dışarı çıkan topu kendisinden 50 kilo zayıf Jameer Nelson’ın önünden yakalayıp Garnett’e vermesi. İsterseniz en iyi gününüzde olun, bu kadar fazla isteyen bir Celtics karşısında bir süre sonra sinmemeniz elde değil. Boston bu maçı istedi ve aldı, gecenin en iyi özeti budur.

Tabii Orlando’ya da söylenecek çok fazla söz var. Buraya kadar sistemin tıkır tıkır işlemesiyle gelen Magic, post move özürlü pivotu teke tek savunulunca tüm dişliler ayrı telden çalmaya başlamıştı serinin başından beri. Neredeyse bütün oyuncular uğraşıyordu ancak kimlik kaybolduğu için bir türlü istedikleri gibi oynayamıyorlardı. 3. maçta yine çaba vardı ama bu sefer icraat hiç yoktu. Sırf SVG dedi diye Howard’a saçma sapan da olsa pas indirmeye çalışınca takım, bir şeyler olacak diye düşünmüştüm ama başta Jameer Nelson olmak üzere herkes kendine oynamaya başlayınca Boston savunmasına karşı elleri kolları bağlı kaldı Magic oyuncularının. Şu Celtics hücumuna bakıp hiç mi hatırlayamadılar acaba buraya nasıl geldiklerini. Geleceğin oyun kurucusu olarak lanse edilmeye başlayan Rondo bile yarı sahayı geçtikten sonra topu takım arkadaşına bırakıyordu çoğu hücumda. Nelson ilk iki turda Orlando’nun en iyi oyuncusuydu neredeyse ama yaptığı en iyi şey kendine oynarken takımın hücumunu baltalamamasıydı. Ama tabii Boston savunmasına karşı oynamak Bibby ve Felton karşısında coşmaya benzemez. Zaten bir takımın topla en fazla oynayan oyuncusu tek asistte kaldıysa o maçtan pek bir şey beklemeyeceksiniz. Seri boyunca takımı yönetme konusunda hiç iyi iş yapamadı, bu gece de maç normal gitse aynı hatalara devam edeceğine eminim. Neyse ki Magic daha ikinci çeyreğin sonunda teslim olunca fazla göze çarpmadı onun beceriksizliği.

Şimdi uzun bir Hidayet konuşması da çekerdim ama şu iki maçla birlikte bolca yapıldı bu. Hidayet olsa sonuçlar değişir miydi bilmiyorum ancak Magic’in oynadığı basketbol değişirdi. Bu takımın topu dağıtan bir saha içi liderine ihtiyacı var ve bu kesinlikle Carter veya Nelson değil. Aksine bu ikisi zaman zaman ligin en dominant pivotunu ve ligin en fazla para kazananlar sıralamasındaki 11. oyuncuyu etkisiz hale getiriyor. Paragrafı “SVG’nin çözüm üretmesi gerek” diye noktalamasını da bilirdim ama o iş geçti tabii.

Kaan Kural sık sık “kan ter gözyaşı” benzetmesini yakıştırmıştı bu seri için. Valla ilk ikisini bilemeyeceğim ama sonuncusu Orlando taraftarını çok iyi betimliyor bence. Twitter’ında “BUhahhhaahahha...WE ALL WITNESSES!!!!” yazan Gortat ve diğer Magic oyuncuları Lebron’a saydırıyorlar mıdır şu sırada? Onu bilemeyeceğim ama Celtics adını finallere yazdırmayı kesinlikle hak etti. Büyük çaplı bir mucize olsa bile üç çeyrekte 47 atan bir takım bundan daha yukarısına layık değil...

Glen Davis 5/9 17 sayı 6 ribaund
Pierce 15 sayı 9 ribaund
Rondo 11 sayı 12 asist.