İlk çeyreğinin bir kısmını kaçırdım, izlemeye başladığımda çeyreğin bitimine 5 dakika kala J-Rich tamamladığı alley oop’la 14. sayısını atmıştı. (Ben de sadece ilk çeyreğin 6 dakikasını izledim, çok sıcaktı J-Rich, transition ve fastbreak'lerde bulduğu üçlüklerle üretti bu sayıları - Can). O ana kadar Portland’ı hücumda epey zorlayıp skoru 19-8’e getirmişler. Geri kalan bölümde Nash 3 hücum art arda top kaybı yaparken Portland tempoyu yavaşlatmak uğruna bunları hızlı hücumda değerlendiremedi. Suns çeyreğin bitimime kadar sadece 5 sayı buldu ve Blazers’da Bayless 7 sayıyla takımını maça ortak etmek adına çabaladı. Fakat çeyrek bittiğinde Portland skoru anca 24-17’ye kadar getirmeyi başarmıştı.
İkinci çeyrekte 5 top kaybı olan Nash yerine Dragic ve bu sene izleyebildiğim Phoenix maçlarının bazılarında gördüğüm ve inanmakta güçlük çektiğim performansı bu bölümde de sergiledi. Bu periyotta yaptığı 8 sayı 3 asisti önemsemiyorum, başardığı en önemli şey dağılırmış gibi olan takımını toparladı. Bir bakıma onun sayesinde kenardan gelen Fernandez ve Webster’ın üçlükleriyle Portland'ın yakaladığı seriye rağmen Phoenix ekibi üstünlüğü rakibe vermedi. Sakatlığı yüzünden içeri giremeyen Roy, ilk basketiğini süre biterken salladığı üçlükle buldu. Onun dışında Miller’ın oyunda olduğu dakikalarda Roy’a gelen ikili sıkıştırmalar Blazers’ın hücumda tıkanmasına neden oldu. J-Rich bitime yakın attığı üçlükle 19. sayısına ulaşıp ilk yarının en skorer ismi olurken devre 53-41 Suns üstünlüğüyle bitti.
İkinci yarının ilk sayıları Batum’un üçlüğüyle geldi. İzlediğim bölümde kendisi hakkında yorumculardan bilgi gelmedi ama sadece 14 dakika saha kaldı ve tek şut kullandı. İkinci yarıya kadar fark etmemiştim bile açıkçası, büyük ihtimalle omzundaki sakatlığından az süre aldı diye tahmin ediyorum. Tabii Webster ve Fernandez’in iyi oyunlarının da katkısı vardır. Neyse maça dönelim. Phoenix sevmediği tempoda oynamasına rağmen farkı uzun süre 10’lu sayılarda tutmayı başardı, hatta Portland’ı hücumda çok zorlayıp skoru 66-50’ye kadar getirdiler. Ancak her şey çok güzel gidiyorken önce serbest atış çizgisinden bulunan sayılarla fark azaldı, savunma dengesi bir an bozulunca Webster’ın hançer gibi iki üçlüğüyle fark 4’e kadar geldi. Tam Blazers son çeyreğe rakibi paniğe sokup girme şansı yakalamışken ilk önce Dudley’nin basket faul olan üçlüğü, ardından Howard’ın yine Dudley’e ribaund mücadelesinde yaptığı faul gelince bitime 34 saniye kala 69-65 olan skor süre bitiminde 74-65’e geldi.
Ancak üçüncü çeyreği hüsranla kapayan Trail Blazers rakibe boyun eğmedi; Fernandez, Bayless ve Webster’ın üçlükleri ve Portland’ın üç atış kazandığı bir faul düdüğünün sığdığı ufak bölümde fark tek sayıya kadar indi. Hatta Aldridge 2’de 1 attığı serbest atışlarla skoru 76’da eşitledi bile ancak Suns savunmada yaptığı (ve yazıda değineceğim) hatadan vazgeçince Jason Richardson’ın 7 sayıyla önderlik ettiği 11-2’lik seriyle farkı tekrar 9 yapmayı başardı. Bitime 2:30 dakika kala Nash’in uzaklardan gönderdiği can yakan üçlük ve Amare’ye verdiği, maçta yaptığı tek güzel asistin ardından Portland’ın işi umutsuzca yapılan taktik faullere kaldı ve maç 99-90 deplasman ekibi lehine sona erdi.
Oyunculara geleceğim ama maden seri bitiyor, iki takımın koçlarına değinmemek olmaz. Öncelikle Nate McMillan’ı sezon boyunca uğraştığı tüm zorluklara rağmen takımı Playofflara taşıdığı için baştan tebrik etmek istiyorum. Takıma oturttuğu sistemle sakatlıkların üstünü olabildiğince iyi kapadı. Bu maçta Andre Miller’a sadece 19 dakika civarı süre verirken Roy’u (oyuncunun da isteğiyle) 37 dakika sahada tutması ne kadar faydalı oldu tartışılır ancak bu savunmada müthiş iş yaptıkları gerçeğini değiştirmez. Phoenix’in sadece 10 hızlı hücum sayısı atmasına izin vermesi zaten ufak bir bilgi veriyor. Ayrıca bu sene Nash-Amare pick’n roll’ünün bu kadar iyi savunulduğu tek bir maç izlemiştim, (bu seriden başka maç izlemedim bu arada) o da iki takımın normal sezonda yaptığı son maçtı. Yani bir tane bile yapabildiklerini hatırlamıyorum baştan sona. Gentry’den de bahsedeceğiz tabii ki. 37 yaşındaki oyuncusunun “takımın en iyi savunmacısı” olarak anıldığı bir kadroya defans prensiplerini sindirtmek zordur. Özellikle takımın ismi Suns ise. Kalkıp Phoenix süper savunma takımı oldu demeyeceğim tabii sopayla gelmenize gerek yok ama 3 sene öncesiyle aralarındaki fark bariz. Yine de Portland eksik bir ekip, asıl sınavlarını Spurs’e karşı verecekler. Herneyse, bu maçta Aldridge ve yeri geldi mi Roy’a sık sık ikili sıkıştırma getirdiler, daha önemlisi boşta kalan adamı da köşede unutmadılar. Normalde hücumda harcadıkları enerjiyi düşük tempo altında savunmaya yoğunlaştırdılar. Tabii McMillan da boş durmadı. Mesela 4. çeyreğin başında Aldridge-Webster-Bayless-Fernandez şutör dörtlüsünü sahaya çok iyi dağıtarak double team’ler karşısında Suns oyuncularının rotasyonda zorlanmasını sağladı. Fark da böyle kapandı zaten. Hemen ardından Gentry ikili sıkıştırmaları kesti doğal olarak. Hücumda ise Amare’yi iki pozisyon üst üste boyalı alan dışında pasör olarak kullandı ve Richardson’ın içeri devrilmesiyle neredeyse birbirinin kopyası basketler buldu. Savunma Amare’ye yoğunlaşmıştı çünkü kendisi daha önceki pozisyonlarda o bölgelerden içeri girip üst üste sayı üretmişti.
Özetlemek gerekirse ben mi fazla abartıyorum bilmiyorum ama iki koç arasında ufak bir taktik savaşı yaşandı yani.
Kısaca kişisel performanslardan bahsetmek gerekirse; Suns’ta Nash son dakikalara kadar epey kötüydü. Kendisi kalçasındaki ağrının rahatsız ettiğinden bahsetti. Ne kadar etkilemiştir bilemem ama bu sezon asistten çok (6) top kaybı(7) yaptığı ikinci maç bu. Amare 15’te 9’la 22 sayı üretti ama çoğu pozisyonunu kendi oluşturmak zorunda kaldığı için 5 de top kaybı yaptı. Dragic ve Dudley kenardan iyi katkı verdiler, Barbosa hala kayıp. Grant Hill savunmada çok iyi bu yaşta, artık sakatlanacak diye korkmuyorum izlerken. 3 sayı atsa da 2 top çalma 2 blok 12 ribaundla oynadı. Tabii yine maçı kazandıran kişi serinin en iyi oyuncusu J-Rich idi. 16’da 10’la 28 sayı yanına 7 ribaund 2 top çalma ekledi. Bir sonraki seride daha dişli Spurs’e karşı neler yapacak bilinmez ama bu Portland karşısında gördük ki Nash ve Stoudemire çok formda değilken onun iyi oynaması şart.
Portland’da Roy 14 sayıyla oynadı ama çok kötü gözüktü sahada. 16’da 4’le şut attı sadece, sakatlığın etkileri barizdi yani. Maçtan sonra “sezonu takım arkadaşlarımla beraber bitirdiğim için mutluyum” dedi ama ben oynama kararını hala doğru bulmuyorum. Aldridge’in de epey zorlandığını gördüm, 17’de 5’le 16 sayıda bitirdi maçı. Andre Miller yazıda da bahsettiğim gibi sadece 18 dakika süre aldı, 10’da 2’yle 4 sayı buldu. Takımı taşıyan tüm isimler benchteydi yani. Bayless çok iyi şut atamasa da 7 asistle dağıtıcı rolünü oynadı. Öyle topla fazla oynadığını da hatırlamıyorum. Webster toplamda 10’da 6, üçlük çizgisinin gerisinden 4’te 3’le 19 sayıya ulaşıp takımının en skorer ismi oldu. Fernandez 6 üçlük kullanıp 5’inde isabet buldu, 16 sayı attı.
Sonuç olarak Portland belki de yapabileceğinin en iyisini yaparak playofflara veda etti. Elenmelerine rağmen çabalarına rağmen tebrik etmek isterim kendilerini. Phoenix’i ise bir sonraki turda belalıları bekliyor. NBA’de kendilerine en ters gelen takım ve yine sevmedikleri tempo. Şimdiden kolay gelsin diyorum kendilerine, Portland’a göre çok daha zorlu bir sınav ama izleyenlerin zevk alacağı kesin.
Galatasaray'ı özel kılan tablo "fotoğrafta" mevcut
18 saat önce
2 FARKLI FIKIR:
spurs'e karşı oynadıklarında tempoyu ayarlayan hep spurs oluyor bu nedenle herzaman hezimete uğruyorlar. Seriyi geçmek istiyorlarsa öncelikle tempoyu bir şekilde artırmaları gerek. Spurse karşı Amare avantajları var ama rakipleri bu sezonun en iyi dış savunmasına sahip takımı. Dışardan destek gelmezse Spurs seriyi rahat geçer.
bence bu sefer suns geçecek seriyi. bundan önceki eşleşmelerin hepsinde spurs daha iyi durumdaydı, ilk kez suns daha iyi durumda. eğer spurs'ün tempoyu düşürmesine izin vermezlerse turu geçerler. birde tabii ki pota altında duncan- mcdyess ikilisini durdurmaları önemli, kısa savunmasında suns'ın çok zorlanacağını düşünmüyorum.
Yorum Gönder