Fotoğrafta gördüğünüz adam, yani Mikhail Prokhorov Nets'in yeni sahibi oldu. Yeni sahibi derken, kulübün haklarının %80'ini elinde tuttuğunu belirtelim. Ayrıca kulübün 2011'de taşınmayı düşündüğü Brooklyn'deki Barclays Center'ın da %45'lik kısmı onun olacakmış. Kimdir peki Prokhorov? Forbes'un dünyanın en zenginleri listesinde 40. sırada bulunan, 9.5 milyar dolarlık serveti olan bir iş adamı. Kısacası abimizin biraz parası var...
Bu gelişme elbette Nets açısından son derece pozitif. Ancak NBA'de salary cap olduğu için, futboldaki gibi inanılmaz büyük farklar yaratmayacaktır böylesine zengin bir kulüp sahibi. Yani Wade-LeBron-Bosh-Amare'yi aynı takımda görmek gibi hayalleriniz varsa, onları çöpe atabilirsiniz.
Nets'in salary cap'inde, gelecek seneki limitin kaç olacağına göre, 1.5 veya 2 tane maksimum kontratlı oyuncuyu kadrosuna katacak kadar boşluk olacak. 1.5 derken tabii ki 'maksimum kontrata yakın yüksek kalitede bir oyuncu' demek istedim. Fakat Nets'in alması beklenilen 2 yıldız oyuncuyu herhangi bir takım sahibi de alabilirdi. Bence bu konuda Prokhorov'un maddi gücünün rolü pek büyük olmayacak.
Nets'in asıl avantajını şurda görüyorum: Kulüp iki süperstarı aldıktan sonra, takımdaki diğer önemli oyunculara ve rol oyuncularına da istedikleri paraları vererek, kadrosunu muhafaza edebilecek. Yani örneğin Lopez ve/veya Lee'nin kontratları bittiğinde, Nets lüks vergisinin yakınlarında veya üzerinde ise, şampiyonluk için hiç düşünmeden bu oyunculara istedikleri kontratları verip elindeki değerlerin kaçmasına izin vermeyecek. Ayrıca istisna kontratları da sonuna kadar kullanmaktan kaçınmayacaklardır. Kim bilir belki Nets'i de, Knicks gibi 100 milyon dolar civarlarında dolanırken görebiliriz. Bu konuda, şampiyonluk adaylarından bir örnek vermem gerekirse: Lakers gibi, gelirleri yüksek olan bir takımın bile Odom'a 2 milyon dolar az vermek için kaç takla attığını biliyoruz. Oyuncuyu az kalsın Heat'e kaptırıyorlardı. Nets'te bu tip tehlikelerin olmayacağı belli.
Şunu unutmayalım, Amerika'daki sporlarda, takımların ve takım sahiplerinin asıl amacı kar etmektir. Zarar ettikleri için, sehirlerinden taşınan veya taşınmakla tehdit eden takımları bunun kanıtı olarak gösterebiliriz. Avrupa'da ise birinci hedef başarı ve kupadır. Şimdi, Avrupa'dan Amerika'ya, takımı sıfırdan alıp başarıya götürmek isteyen bir dolar milyarderi geldi. Para harcamaktan korkmayacağını ve takımını şampiyonluk kupasını kaldırırken görmek için elinden geleni yapacağını öngörmek için kahin olmaya gerek yok.
Nets'in geleceği zaten parlak sayılırdı, artık kendilerine daha da güvenerek ilerleyebilirler. Yeter ki 2010 yazında doğru yıldızları seçsinler...
25 Eylül 2009 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
5 FARKLI FIKIR:
portland, dallas, new york gibi takımlar hariç deseydin doğru olurdu sonuçta paul allen yada mark cuban para harcamaktan kaçınacak insanlar değil ama işte salary cap sistemi yüzünden nba'de parayla şampiyonluk gelmiyor. bir rus'un nba'den takım alması enteresan genelde kısa vadede bol parayla başarı gelsin isteyen adamlar bunlar. burada ciddi stratejik planlama yapmaları gerekiyor bakalım nasıl olacak.
Verdiğin örnekler doğru. Ama genel olarak yaklaşımlar dediğim gibidir. Yani Amerika sporu "iş" olarak görürken, Avrupa "prestij" olarak görür. Elbette NBA'de de Paul Allen gibi istisnalar var. Ama istisnalar kaideyi bozmuyor.
doğru söylüyorsun ben örnek olarak verdim. genel olarak adamların sağlık sisteminin temeli bile kar-zarar önceliğindeyken, basketbolun öncelikli olarak iş olarak görülmesinden daha normal birşey yok.
23 takımın onayından nasıl geçmiş,hayret.
LAkers'i alsaydı, salary cap gibi bir derdi olmazdı. Bir yolu bulunurdu, orası NBA. Kurallar Lakers için yok...
Yorum Gönder